17 Ekim 2011 Pazartesi

Doğuştan Şike'ciyiz !

Malumunuz üzere 3 Temmuz sabahı futbolumuzda patlak veren şike soruşturması artçı sarsıntılarıyla günümüzde de etkisini sürdürmekte. Şike yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa kimlerin yaptığı, verilmesi muhtemel cezaların ağır olup olmadığı, kanunun eksiklikleri yazılı ve görsel basında gerekli gereksiz, ilgili ilgisiz kişilerce tartışıldı ve hala da tartışılmaya devam ediyor.


Aslında hepimizin adımız gibi bildiğimiz üzere Türkiye'de şike de var, teşvik pirimi de. Zaten varlıkları da senelerdir televizyon ekranlarında eski ve yeni futbol adamları tarafından defalarca dile getirildi ama her defasında olay, yapılan şikelerin ve verilen teşviklerin ispatlanamayacak olduğu noktasında tıkandı. Tam da bu noktada futbol tarihmizde ilk defa emniyet güçlerinin ve savcıların uzun süren titiz ve fedakar çalışmaları sonucu şike ve teşvik pirimi delillendirildi ve sonucunda da hatırı sayılır sayıda kişi demir parmaklıklar ardına konuldu. İşte tam da bu noktada futbolun içinde bulunduğu çamurdan, bir umut, kurtulacağını zannedenler, gün geçtikçe yaşanan gelişmelerin ardından bu işin de ''TÜRK İŞİ'' halledilmeye çalışıldığını ibret ve hayretle izlemeye başladılar.



Önce alel acele bir federasyon oluşturuldu ve bugüne kadar sağlık grubu olarak hizmet veren bir şirket'in sahibi olan ve fenerbahçe bayan voleybol takımına verdiği destekle tanınan mehmet ali aydınlar oluşturulan bu federasyonun başına konduruldu. Konduruldu diyorum zira, benim kelime dağarcığımda bu duruma daha uygun bir kelime bulunmuyor. Bu zat, ilk verdiği beyanatla sanki bir umut saldıysa da gerçek futbolseverlerin gönlüne, sonradan yaptığı birbirinden çelişkili ve saçma açıklamalarla ciddiye alınmaya değer bir şahsiyet olmadığını, aksine o koltuğa kondurulmasının arkasında yapılanların bir hali yoluna koyulup örtbas edilmesi olduğu anlaşıldı. İçine düştüğü ve futbolumuzu içine düşürdüğü çıkmazı tek gören biz olmayınca, UEFA müfettiş gönderme ihtiyacı hissetti en sonunda. Baktılar ki, biz yine Türk İşi halletmeye çalışıyoruz olayları, adamlar o kadar da uzun boylu değil efendiler, siz  Muz Cumhuriyet'i olabilirsiniz ama biz burada eşek başı değiliz dediler, gerçi bizim federasyonun başı oldukaları gerçeği var ama neyse bu konuyu uzatmayalım. Sonunda kendisi de eski bir savcı olan Pierre Cornu, UEFA'nın talimatıyla İstanbul'un yolunu tuttu ve savgı Berk'le 1 saati bulmayan görüşmesi sonunda haftalarca varılamayan kanıya ulaşarak fenerbahçe'nin şampiyonlar ligi'nden ihraç edilip yerine Trabzonspor'un alınmasını öngören raporunu UEFA'ya sundu ve biz yine kendi göbeğimizi kesememiş olduk.



Ancak bu bizim namus timsali, dürüst, her seferinde yaptıkları fedakarlıkları ballandıra ballandıra anlatan kulüp başkaları ve yöneticilerini yollarından alı koyamadı. Önce her fırsatta üç büyük  ( lafın gelişi bu tabir kullanılmıştır, kim oldukları anlaşılsın diye) takıma sallayan küçük takımların küçücük başkanları atıldı ortaya. 'fb'siz lig düşünülemez', 'ligimiz'in marka değerini düşünmeliyiz',' kanunlar çok ağır oldu' nidalarıyla açıklama üstüne açıklama yaptılar, hatta hiç utanmadan, sıkılmadan levent bıçakçı'ya yumoş'la yumuşatılmış, pamuk gibi yapılmış yeni bir kanun teklifi hazırlatıldı ve hükümet'in kapısı çalındı, ama işler istedikleri gibi gitmedi ve bu teklif hükümez tarafından pek hoş karşılanmadı. Bu noktada başkanlar tam da beklediğim üzere 180 derecelik bir kıvraklıkla biz imzamızı geri alıyoruz demeye başladılar. Malum AKP hükümeti'yle ters düşmek kimsenin cesareyt edebileceği bir durum değil günümüzde. Bu günlerde TRT'nin ortaya çıkardığı bir belge ise tamamen şok etkisi yarattı herkeste. Bu olayların asıl mağduru olan Trabzonspor kulübü'nün başkanı da yasanın yumuşatılmasını öngören tasarıya imza atmıştı, hem de defalarca böyle bir imzanın olmadığını söylemesine rağmen. Bu konuda ithamlarda bulunmadan önce kendisinin yapacak olduğunu umduğum açıklamayı beklemeyi uygun görüyorum bu aşamada.



İçinde bulunulan durumun asıl vahim olan yanı  ise olayın birinci dereceden mağdurları, yani taraftarların, her olayda olduğu gibi bu olayda da tamamen  taraf olarak olaylara yaklaşması ve bir kısmın vurun abalıya deyip curcuna kopmasını beklediği yerde, bir kısmın da kayıtsız şartsız zanlıları destekliyor olmaları ve bunu yaparken de, devleti, hükümeti, emniyeti, savcıları, hakimleri hatta ve hatta elin Fransız'ını ve UEFA'yı bile suçladığını görmek insana gerçekten de acı veriyor.



İçeride olanların kayıtsız şartsız savunucuları arasında bulunan bir başka grup ta, asıl görevi halkı her konuda doğru ve tarafsız bilgilendirmek olan gazeteci ve televizyoncular. Bunlar toplumu yönlendirmesi ve aydınlatması gereken kesim olarak bulunmaları beklenirken , zanlıların avukatlığını yapan kişiler olarak belki de bulundukları konumların diyetini ödemekteler. Bunun bir de bayraktarlığını yapan bir odak olması gerekirdi tabiki, ve bu odak ta, Şenol Güneş'in bir basın toplantısında kaybettiğini söylediği Hürriyet'iydi. Bu kurum ve çalışanları suçu ve suçluyu koruyup, mağdura saldırma yoluna gidince, kafamdaki medya imajı da tam anlamıyla yerine oturmuş oldu. Sanırım bunu daha fazla açmama gerek yok, zira azıcık aklı olan ne demek istediğimi anlamıştır.


Gelişen bütün bu olaylar çerçevesinde sonuca varmaya, en azından bir kanaat sahibi olmaya çok az kaldı. Zira savcılığın açıklaması beklenen iddaname 2 haftadan az bir sürede mahkemeye sunulacak ve dananın kuyruğu da kopmuş olacak. Eminim iddaname açıklandıktan sonra bile uşaklıklarını yaptıkları kişikleri savunan hatta bu uğurda kendini yırtanlar da olacaktır, ama gerçek futbolsever eğri ile doğruyu görüp kendi kararını vererecek. Halk olarak her zaman kul hakkı yememekten, hırsızlık yapmamaktan ve bunların yapılacak en büyük haksızlık ve alçaklık olduğundan bahsederiz. Bunların ne Türk'lüğe ne de Müslüman'lığa yakıştığını ve bağdaştığını söyleriz. Bakalım gerçekten de söylediklerimizin arkasında mıyız?

Kısa süre sonra iddaname açıklandığında kim hırsız, kim alçak ortaya çıktığında, hep birlikte onların yüzüne tükürebilirsek, hala umut var demektir, aksi takdirde elin Fransız'ın hepimizin yüzüne tükürmesine ses çıkaramayız.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder