Dünyanın neresinde olursa olsun ortada rant sağlanan bir oluşum ya da organizasyon varsa bilin ki o ülkenin zengin ve nüfuzlu kişileri tarafından yönetiliyor ya da yönlendiriyordur. Dolayısıyla da işin kaymağını da bu kişiler kendi aralarında paylaşıyordur. Bunu aklınıza gelebilecek her sektör için aynı olarak kabul edebilirsiniz ve yine aklınıza gelebilecek bütün ülkeler için bu durumun bu şekilde cereyan ettiğine de... Cereyan ediş şekilleri ise ülkeden ülkeye o ülkenin medeniyet ve gelişmişlik seviyesiyle orantılı olarak farklılık gösterir.
Gelişmiş ülkeler olarak kabul edilen ve sanayileşmesini tamamlamış, medeniyet seviyesi yüksek ve demokrasisi oturmuş ülkelerde bu durum bizim gibi kendi tanımımızla gelişmekte olan ama aslında 3. Dünya Ülkesi olan ülkelerle farklılıklar gösterir. Gelişmiş olan ülkeler, (ki bunlara AB ülkeleri, Amerika, Kanada, Japonya vb. ülkeler örnek olarak gösterilebilir) bütün bu oluşum ve organizasyonları demokratik kurallar çerçevesinde, halkın menfaati için, hak ve adalet duygusunu da temin ederek oluşturur ve sağlıklı bir şekilde yürümesini ve gelişmesini sağlayarak ortaya çıkan rantı da katkılarıyla orantılı biçimde paylaşarak ve buradan elde ettiği rantın yine büyük bir kısmını aynı çarkın işlemesi ve gelişmesi için kullanarak herkesin mutluluğu için uğraşırlar. Çünkü bilirler ki bir işin uzun ömürlü ve kaliteli olabilmesi için bu şarttır.
Bizde ise durum bunun tam tersi şekilde gelişme göstermektedir. Hemen hemen bütün sektörler belli başlı ailelerin elindedir ve bu ailelerin bu sektörlerde bulunmalarının tek nedeni de kendi güç ve servetlerini daha da arttırmak istemeleridir. Gelişmiş ülkelerde amaç olan insan, onlar için sadece bir araçtır ve insanların oluşturmuş olduğu halkının da mutluluğu bir gram olsun umurlarında değildir. Bunun için onlar servetlerine servet katarken, zevk-ü sefa içinde yaşarken fabrikalarında ya da şirketlerinde çalıştırdıkları insanları işini kaybetme korkusuyla daha da ezerler, ağır şartlarda çalıştırırlar, fazla mesailerini ödemez, sosyal haklarını vermez, sendikalı olanlarını işten çıkarır üç kuruşa çalıştırırlar. Bu düzenin devamlılığını sağlamak için de gerek siyaseti ve siyasileri gerekse mafya ve çeteler gibi kanun dışı güçleri kullanarak hükümdarlıklarını devam ettirirler.
Bunun yapıldığı belki de yüzlerce sektör arasından benim bugün üzerinde durmak istediğim ise Türk futbolu ve bizi en çok ve en yakından ilgilendiren Trabzonspor.
Dikkat ederseniz Trabzonspor’un şampiyonlukları 70’li yılların ikinci yarısı ve 80’li yılların ilk yarısına denk gelir. Yani futbolun içine henüz paranın, dolayısıyla da yukarıda belirttiğimiz kişi ve unsurların girmediği, siyasi olarak da karışık olan dönemlere denk gelir Trabzonspor efsanesi; çünkü o dönem futbolun ve ülkenin bugün kanını emenlerin puslu havanın dağılmasını bekledikleri, kendilerinden farklı güçlerin de egemen olduğu, borularının bu denli net ötmediği bir dönemdi ve bu dönemi iyi değerlendiren Trabzonspor camiası henüz adaletsizlik futbolu ele geçirmemişken alnının akıyla 6 şampiyonluk ve nice kupalar kazandı. Bununla da yetinmedi; Liverpool, Inter gibi dünya devlerini dize getirdi hem de şimdinin "Avrupa Fatihi" olarak kabul edilen takımları sıradan takımlardan fark yerken.
Türk siyaseti ve demokrasisi için çok önemli bir tarih olan 6 Kasım 1983 aslına bakarsanız Türk Futbolu ve Trabzonspor için de bir milattı. Askeri rejimin sona ermesiyle yapılan ilk seçimlerde Turgut Özal’ın başında bulunduğu Anavatan Partisi 400 milletvekilli meclisin 211 sandalyesini alarak iktidara geldi. Bu artık yeni bir devirdi Türkiye için ve Özal felsefesinin mihenk taşı olan ‘Benim memurum işini bilir.’ sözünün bir ülkenin bütün düzenini değiştirecek olan tarihiydi. Benim memurum işini bilir derken aslında ben işimi bilirim herkes de işini bilsin demek istiyordu yeni başbakanımız. Türkiye’de iktidarların seçimle gelip gitmediğini bilenler ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır. Bu konuya fazla girmeden asıl konumuz olan futbol ve Trabzonspor’a dönelim.
Anavatan Partisinin dolayısıyla da yeni zihniyetin iktidara geldiği sezon olan 1983-1984 sezonu Trabzonspor’un da son şampiyonluğunu kazandığı sezon olmuştu ve bu şampiyonlukta aslında sezon ortasında gelen ve başarıda ne kadar katkısı olduğu tatışılabilecek olan M. Ali Yılmaz başkan olarak geçiyordu. İşte sevgili Trabzonsporlular gerek takımımızın gerekse Türk futbolunun kaderinin değiştiği dönem tam da bu tarihlere denk gelir. O zamandan bu zamana kadar hiç şampiyon olamamış olmamız bir tesadüf müdür? Gelin isterseniz biraz da buna bakalım ve bazılarınız için komplo teorisi olarak kabul edilecek olan düşüncelerimi sizlerle paylaşayım.
Özal’ın iktidara gelmesi ile birlikte ülkenin her alanında olduğu gibi futbolda da yeni bir yapılanmaya gidilmiş, yavaş yavaş profesyonellik adı altında sektörün içine para enjekte edilmiş, isimleri kanun dışı işlerle anılan başkan ve yöneticiler futbolun patronları olmaya başlamış ve futbol siyasetin de yardımıyla belli bir zümrenin eline geçmiş ve her türlü ticari manevranın yapıldığı bir alan haline gelmiştir. Böylece amatör ruhun değil ARMATÖR ruhun egemen olduğu "Türk Futbol Tiyatrosu" da başlamıştır.
Evet bu dönemden sonra Türkiye’de oynanan tam anlamıyla bir "Futbol Tiyatrosu"dur. Senaryosunun önceden yazıldığı, dönem dönem başrol oyuncularının değiştiği ama mutlaka tekrar rol aldıkları bir oyun. Bunun bir tiyatro olduğu 3 Temmuz 2012’de belgelenmiş olmasına rağmen aynı oyun yine aynı aktörler tarafından oynanmaya devam ediyor. Konumuzu fazla dağıtmadan tekrar Trabzonspor’a ve M. Ali Yılmaz’la başlayan düzenin kulübü olma tezime dönelim isterseniz. Dikkat ederseniz düzenin kulübü dedim, takımı değil, camiası değil !!!
Bu dönemden sonra Trabzonspor birden bire etkisiz eleman haline getirilmiş, M. Ali Yılmaz da dahil İstanbul takımlarının kongre üyeleri, taraftarları kulüpte başkan ya da yönetici olmuştur. Kulüp alt yapısından ve kendi değerlerinden uzaklaştırılmış, kulüp ve takım başarısız yönetilmiş ve dolayısıyla başarısız olmuş ama hep aynı isimler belli aralıklarla kulübü kurtaracak ilahi bir güç gibi sunulmuş ve her gelişinde kulübü daha da batırarak ayrılmıştır.
Bu noktada ağzımdaki baklayı çıkararak devam edeyim yazıma:" TRABZONSPOR BAŞKANLARI DA ATANARAK GELMİŞTİR". O dönemden bu döneme kadar Özkan Sümer haricindeki bütün başkanlar İstanbul takımlarını egemen kılan güçler tarafından bir takım siyasi ve ticari oyunlar sonucu Trabzonspor kulübüne başkan seçtirilmişlerdir. Trabzonspor kongrelerini ve kongre öncesi süreçleri takip edenler ne demek istediğimi anlamışlardır diye düşünüyorum. Bu ATANMIŞLAR da kendilerine verilen görevleri yerine getirerek ‘MIŞ GİBİ’ yaptılar başkanlıkları süresince. Yani, İstanbul takımlarıyla mücadele ediyorMUŞ GİBİ, Trabzonspor’un haklarını koruyorMUŞ GİBİ, sanki gerçekten de Trabzonspor’u şampiyon yapmak için uğraşıyorMUŞ GİBİ yaptılar hep.
Trabzonspor son şampiyonluğundan bu yana 3 kere çok net biçimde şampiyonluğa yaklaştı. Aslına bakarsanız bu üç defada da şampiyonluğu Fenerbahçe camiası tarafından yine malum güçler kullanılarak gasp edildi. Peki Trabzonspor camiasının önde gelenleri ne yaptı bu esnada? Yine ‘MIŞ GİBİ’ yaptı, çünkü fazlasını yapmaya ne istekleri ne de yetkileri vardı. Bu konuları düşünürken yaşanan sezonları, verilen tepkileri kişileri aklınıza gelebilecek bütün etkenleri göz önüne getirmenizi ve aşağıdaki sorulara cevap aramanızı rica ediyorum.
· 1995-1996, 2004-2005 ve 2010-2011 sezonlarında saha dışı oyunlarla elinden alınan şampiyonlukların ardından tartışmasız ligin en kuvvetli kadrolarını oluşturan kilit oyuncular neden gönderilmiştir?
· Bu gönderilen oyuncular gittikleri takımları şampiyon yapmış mıdır, yapmamış mıdır?
· Saha dışı oyunlarla kaybedilen bu şampiyonluklar sonrası fatura bir şekilde neden hep Şenol Güneş’e çıkarılıp takımdan uzaklaştırılmıştır?
· 1995-1996 sezonunda kaybedilen şampiyonluktan sonra dönemin Fenerbahçe kulübü başkanı Ali Şen senelerce televizyonlarda aynı yıl çevirmiş olduğu oyunları ve buna alet ettiği resmi kurum ve kişleri böbürlenerek anlatmamış mıdır? Aynı Ali Şen Trabzonspor tribünlerinde Trabzonsporlu taraftarların içinde misafir edilmemiş midir?
· Gerek dönemin başkanı gerekse bugünkü başkan Sadri Şener her fırsatta kulüplerinin haklarını gasp eden kişilerle olan ve uzun yıllara dayanan dostluklarını, iş ilişkilerini övünür bir eda ile dillendirmemiş midir?
· İstisnalar hariç Trabzonspor başkan ya da yöneticilerini görevde olmadıkları dönemde herhangi bir Trabzonspor maçında göreniniz var mıdır?
· Bu kişilerin Trabzonspor kulübüne yine görevde olmadıkları dönemlerde ( ki görevde olduklarında da farklı değil) herhangi maddi ya da manevi bir katkısını göreniniz var mıdır?
· Yukarıda bahsettiğim türlü oyunlarla elimizden alınmış olan 3 şampiyonluğun haricinde birkaç dönemde daha zirve ve Avrupa yarışı yaparken, takım neredeyse açık ara şampiyon olacakken, çok kilit noktalara yapılması gereken transferler nasıl olup da bütün baskıya rağmen yapılmamıştır? Bu bazen Atay Aktuğ’un alamadığı stoper, bazen Sadri Şener’in alamadığı santrafor bazen Faruk Özak’ın alamadığı sol kanat olmuştur.
· Trabzonspor’dan ve Trabzon’dan prim yapan, lafa geldiği zaman her ikisine ait olmakla övünen, siyasetçi, iş adamı, sanatçı, spor adamı ve aklınıza gelebilecek önemli ailelerin mensubu herhangi biri saha dışı olaylarla elimizden alınan bu şampiyonluklardan sonra ortada hiç görünmüş müdür?
· Taraftar ve takım olarak her zaman dik ve temiz olan bu takımın, başkanları ve yöneticileri (istisnalar hariç) de acaba bizler kadar temiz midir?
· 1. ve 2. Etik Kurulu Raporunda temiz olmasına rağmen, bu temizliği UEFA tarafından da Şampiyonlar Ligi’ne alınarak tescillenmiş olmasına rağmen Sadri Şener nasıl olup da takımının emeklerini gasp edenlerle ( ki bu Türkiye Cumhuriyeti savcılarının iddianamesiyle desteklenmiş bir durumdur) aynı safta yer alabilmiştir?
· Kulübünün temiz olduğu resmi raporlarla onaylanmış olmasına rağmen takımı aleyhine karar almaya çalışan bir grup ve başkan adayı ile aynı safta yer almak ve 3 Temmuz’dan bu yana TFF ve UEFA nezdinde herhangi bir çalışma yapmamak resmi başvuru ve ya talepte bulunmamak acaba kişinin temizliğiyle mi alakalıdır?
· Son olarak 3 gün önce mahkemede hakkında yalan yanlış beyanlarla suçlamada bulunan bir şahısla aynı kare içinde bulunmak ve aynı yönde oy kullanmak nasıl yorumlanmalıdır?
İşte sevgili Trabzonsporlular, futbol sadece futbol değildir derken insanlar bu durumları kast ederler ama bunları dillendirmeye ne yürekleri ne de ahlakları yeter. Ben aklımın erdiğince dilimin döndüğünce fikirlerimi söylemeye çalıştım. Bundan sonrası sizin kendi zihninizde yapacağınız muhakemelere kalmış.
Saygı ve sevgilerimle,