29 Şubat 2012 Çarşamba

Türk Futbol Tiyatrosu ve Trabzonspor

Dünyanın neresinde olursa olsun ortada rant sağlanan bir oluşum ya da organizasyon varsa bilin ki o ülkenin zengin ve nüfuzlu kişileri tarafından yönetiliyor ya da yönlendiriyordur. Dolayısıyla da işin kaymağını da bu kişiler kendi aralarında paylaşıyordur. Bunu aklınıza gelebilecek her sektör için aynı olarak kabul edebilirsiniz ve yine aklınıza gelebilecek bütün ülkeler için bu durumun bu şekilde cereyan ettiğine de... Cereyan ediş şekilleri ise ülkeden ülkeye o ülkenin medeniyet ve gelişmişlik seviyesiyle orantılı olarak farklılık gösterir.

Gelişmiş ülkeler olarak kabul edilen ve sanayileşmesini tamamlamış, medeniyet seviyesi yüksek ve demokrasisi oturmuş ülkelerde bu durum bizim gibi kendi tanımımızla gelişmekte olan ama aslında 3. Dünya Ülkesi olan ülkelerle farklılıklar gösterir. Gelişmiş olan ülkeler, (ki bunlara AB ülkeleri, Amerika, Kanada, Japonya vb. ülkeler örnek olarak gösterilebilir) bütün bu oluşum ve organizasyonları demokratik kurallar çerçevesinde, halkın menfaati için, hak ve adalet duygusunu da temin ederek oluşturur ve sağlıklı bir şekilde yürümesini ve gelişmesini sağlayarak ortaya çıkan rantı da katkılarıyla orantılı biçimde paylaşarak ve buradan elde ettiği rantın   yine büyük bir kısmını aynı çarkın işlemesi ve gelişmesi için kullanarak herkesin mutluluğu için uğraşırlar. Çünkü bilirler ki bir işin uzun ömürlü ve kaliteli olabilmesi için bu şarttır.

Bizde ise durum bunun tam tersi şekilde gelişme göstermektedir. Hemen hemen bütün sektörler belli başlı ailelerin elindedir ve bu ailelerin bu sektörlerde bulunmalarının tek nedeni de kendi güç ve servetlerini daha da arttırmak istemeleridir. Gelişmiş ülkelerde amaç olan insan, onlar için sadece bir araçtır ve insanların oluşturmuş olduğu halkının da mutluluğu bir gram olsun umurlarında değildir. Bunun için onlar servetlerine servet katarken, zevk-ü sefa içinde yaşarken fabrikalarında ya da şirketlerinde çalıştırdıkları insanları işini kaybetme korkusuyla daha da ezerler, ağır şartlarda çalıştırırlar, fazla mesailerini ödemez, sosyal haklarını vermez, sendikalı olanlarını işten çıkarır üç kuruşa çalıştırırlar. Bu düzenin devamlılığını sağlamak için de gerek siyaseti ve siyasileri gerekse mafya ve çeteler gibi kanun dışı güçleri kullanarak hükümdarlıklarını devam ettirirler.

Bunun yapıldığı belki de yüzlerce sektör arasından benim bugün üzerinde durmak istediğim ise Türk futbolu ve bizi en çok ve en yakından ilgilendiren Trabzonspor.

Dikkat ederseniz Trabzonspor’un şampiyonlukları 70’li yılların ikinci yarısı ve 80’li yılların ilk yarısına denk gelir. Yani futbolun içine henüz paranın, dolayısıyla da yukarıda belirttiğimiz kişi ve unsurların girmediği, siyasi olarak da karışık olan dönemlere denk gelir Trabzonspor efsanesi; çünkü o dönem futbolun ve ülkenin bugün kanını emenlerin puslu havanın dağılmasını bekledikleri, kendilerinden farklı güçlerin de egemen olduğu, borularının bu denli net ötmediği bir dönemdi ve bu dönemi iyi değerlendiren Trabzonspor camiası henüz adaletsizlik futbolu ele geçirmemişken alnının akıyla 6 şampiyonluk ve nice kupalar kazandı. Bununla da yetinmedi; Liverpool, Inter gibi dünya devlerini dize getirdi hem de şimdinin "Avrupa Fatihi" olarak kabul edilen takımları sıradan takımlardan fark yerken.

Türk siyaseti ve demokrasisi için çok önemli bir tarih olan 6 Kasım 1983 aslına bakarsanız Türk Futbolu ve Trabzonspor için de bir milattı. Askeri rejimin sona ermesiyle yapılan ilk seçimlerde Turgut Özal’ın başında bulunduğu Anavatan Partisi 400 milletvekilli meclisin 211 sandalyesini alarak iktidara geldi. Bu artık yeni bir devirdi Türkiye için ve Özal felsefesinin mihenk taşı olan ‘Benim memurum işini bilir.’ sözünün bir ülkenin bütün düzenini değiştirecek olan tarihiydi. Benim memurum işini bilir derken aslında ben işimi bilirim herkes de işini bilsin demek istiyordu yeni başbakanımız. Türkiye’de iktidarların seçimle gelip gitmediğini bilenler ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır. Bu konuya fazla girmeden asıl konumuz olan futbol ve Trabzonspor’a dönelim.

Anavatan Partisinin dolayısıyla da yeni zihniyetin iktidara geldiği sezon olan 1983-1984 sezonu Trabzonspor’un da son şampiyonluğunu kazandığı sezon olmuştu ve bu şampiyonlukta aslında sezon ortasında gelen ve başarıda ne kadar katkısı olduğu tatışılabilecek olan M. Ali Yılmaz başkan olarak geçiyordu. İşte sevgili Trabzonsporlular gerek takımımızın gerekse Türk futbolunun kaderinin değiştiği dönem tam da bu tarihlere denk gelir. O zamandan bu zamana  kadar hiç şampiyon olamamış olmamız bir tesadüf müdür? Gelin isterseniz biraz da buna bakalım ve bazılarınız için komplo teorisi olarak kabul edilecek olan düşüncelerimi sizlerle paylaşayım.

Özal’ın iktidara gelmesi ile birlikte ülkenin her alanında olduğu gibi futbolda da yeni bir yapılanmaya gidilmiş, yavaş yavaş profesyonellik adı altında sektörün içine para enjekte edilmiş, isimleri kanun dışı işlerle anılan başkan ve yöneticiler futbolun patronları olmaya başlamış ve futbol siyasetin de yardımıyla belli bir zümrenin eline geçmiş ve her türlü ticari manevranın yapıldığı bir alan haline gelmiştir. Böylece amatör ruhun değil ARMATÖR ruhun egemen olduğu "Türk Futbol Tiyatrosu" da başlamıştır.

Evet bu dönemden sonra Türkiye’de oynanan tam anlamıyla bir "Futbol Tiyatrosu"dur. Senaryosunun önceden yazıldığı, dönem dönem başrol oyuncularının değiştiği ama mutlaka tekrar rol aldıkları bir oyun. Bunun bir tiyatro olduğu 3 Temmuz 2012’de belgelenmiş olmasına rağmen aynı oyun yine aynı aktörler tarafından oynanmaya devam ediyor. Konumuzu fazla dağıtmadan tekrar Trabzonspor’a ve M. Ali Yılmaz’la başlayan düzenin kulübü olma tezime dönelim isterseniz. Dikkat ederseniz düzenin kulübü dedim, takımı değil, camiası değil !!!

Bu dönemden sonra Trabzonspor birden bire etkisiz eleman haline getirilmiş, M. Ali Yılmaz  da dahil İstanbul takımlarının kongre üyeleri, taraftarları kulüpte başkan ya da yönetici olmuştur. Kulüp alt yapısından ve kendi değerlerinden uzaklaştırılmış, kulüp ve takım başarısız yönetilmiş ve dolayısıyla başarısız olmuş ama hep aynı isimler belli aralıklarla kulübü kurtaracak ilahi bir güç gibi sunulmuş ve her gelişinde kulübü daha da batırarak ayrılmıştır.

Bu noktada ağzımdaki baklayı çıkararak devam edeyim yazıma:" TRABZONSPOR BAŞKANLARI DA ATANARAK GELMİŞTİR". O dönemden bu döneme kadar Özkan Sümer haricindeki bütün başkanlar İstanbul takımlarını egemen kılan güçler tarafından bir takım siyasi ve ticari oyunlar sonucu Trabzonspor kulübüne başkan seçtirilmişlerdir. Trabzonspor kongrelerini ve kongre öncesi süreçleri takip edenler ne demek istediğimi anlamışlardır diye düşünüyorum. Bu ATANMIŞLAR da kendilerine verilen görevleri yerine getirerek ‘MIŞ GİBİ’ yaptılar başkanlıkları süresince. Yani, İstanbul takımlarıyla mücadele ediyorMUŞ GİBİ, Trabzonspor’un haklarını koruyorMUŞ GİBİ, sanki gerçekten de Trabzonspor’u şampiyon yapmak için uğraşıyorMUŞ GİBİ yaptılar hep.

Trabzonspor son şampiyonluğundan bu yana 3 kere çok net biçimde şampiyonluğa yaklaştı. Aslına bakarsanız bu üç defada da şampiyonluğu Fenerbahçe camiası tarafından yine malum güçler kullanılarak gasp edildi. Peki Trabzonspor camiasının önde gelenleri ne yaptı bu esnada? Yine ‘MIŞ GİBİ’ yaptı, çünkü fazlasını yapmaya ne istekleri ne de yetkileri vardı. Bu konuları düşünürken yaşanan sezonları, verilen tepkileri kişileri aklınıza gelebilecek bütün etkenleri göz önüne getirmenizi ve aşağıdaki sorulara cevap aramanızı rica ediyorum.

·         1995-1996, 2004-2005 ve 2010-2011 sezonlarında saha dışı oyunlarla elinden alınan şampiyonlukların ardından tartışmasız ligin en kuvvetli kadrolarını oluşturan kilit oyuncular neden gönderilmiştir?

·         Bu gönderilen oyuncular gittikleri takımları şampiyon yapmış mıdır, yapmamış mıdır?

·       Saha dışı oyunlarla kaybedilen bu şampiyonluklar sonrası  fatura bir şekilde neden hep Şenol Güneş’e çıkarılıp takımdan uzaklaştırılmıştır?

·            1995-1996 sezonunda kaybedilen şampiyonluktan sonra dönemin Fenerbahçe kulübü başkanı Ali Şen senelerce televizyonlarda aynı yıl çevirmiş olduğu oyunları ve buna alet ettiği resmi kurum ve kişleri  böbürlenerek anlatmamış mıdır? Aynı Ali Şen Trabzonspor tribünlerinde Trabzonsporlu taraftarların içinde misafir edilmemiş midir?

·         Gerek dönemin başkanı gerekse bugünkü başkan Sadri Şener her fırsatta kulüplerinin haklarını gasp eden kişilerle olan ve uzun yıllara dayanan dostluklarını, iş ilişkilerini övünür bir eda ile dillendirmemiş midir?

·         İstisnalar hariç Trabzonspor başkan ya da yöneticilerini görevde olmadıkları dönemde herhangi bir Trabzonspor maçında göreniniz var mıdır?

·         Bu kişilerin Trabzonspor kulübüne yine görevde olmadıkları dönemlerde ( ki görevde olduklarında da farklı değil) herhangi maddi ya da manevi bir katkısını göreniniz var mıdır?

·         Yukarıda bahsettiğim türlü oyunlarla elimizden alınmış olan 3 şampiyonluğun haricinde birkaç dönemde daha zirve ve Avrupa yarışı yaparken, takım neredeyse açık ara şampiyon olacakken, çok kilit noktalara yapılması gereken transferler nasıl olup da bütün baskıya rağmen yapılmamıştır? Bu bazen Atay Aktuğ’un alamadığı stoper, bazen Sadri Şener’in alamadığı santrafor bazen Faruk Özak’ın alamadığı sol kanat olmuştur.

·         Trabzonspor’dan ve Trabzon’dan prim yapan, lafa geldiği zaman her ikisine ait olmakla övünen, siyasetçi, iş adamı, sanatçı, spor adamı ve aklınıza gelebilecek önemli ailelerin mensubu herhangi biri saha dışı olaylarla elimizden alınan bu şampiyonluklardan sonra ortada hiç görünmüş müdür?

·         Taraftar ve takım olarak her zaman dik ve temiz olan bu takımın, başkanları ve yöneticileri (istisnalar hariç) de acaba bizler kadar temiz midir?

·         1. ve 2. Etik Kurulu Raporunda temiz olmasına rağmen, bu temizliği UEFA tarafından da Şampiyonlar Ligi’ne alınarak tescillenmiş olmasına rağmen Sadri Şener nasıl olup da takımının emeklerini  gasp edenlerle ( ki bu Türkiye Cumhuriyeti savcılarının iddianamesiyle desteklenmiş bir durumdur) aynı safta yer alabilmiştir?

·         Kulübünün temiz olduğu resmi raporlarla onaylanmış olmasına rağmen takımı aleyhine karar almaya çalışan bir grup ve başkan adayı ile aynı safta yer almak ve 3 Temmuz’dan bu yana TFF ve UEFA nezdinde herhangi bir çalışma yapmamak resmi başvuru ve ya talepte bulunmamak  acaba kişinin temizliğiyle mi alakalıdır?

·         Son olarak 3 gün önce mahkemede hakkında yalan yanlış beyanlarla suçlamada bulunan bir şahısla aynı kare içinde bulunmak ve aynı yönde oy kullanmak nasıl yorumlanmalıdır?

İşte sevgili Trabzonsporlular, futbol sadece futbol değildir derken insanlar bu durumları kast ederler ama bunları dillendirmeye ne yürekleri ne de ahlakları yeter. Ben aklımın erdiğince dilimin döndüğünce fikirlerimi söylemeye çalıştım. Bundan sonrası sizin kendi zihninizde yapacağınız muhakemelere kalmış.

Saygı ve sevgilerimle,


26 Şubat 2012 Pazar

Mersi'n Sadri'cim, Eserinle Övünebilirsin !!!

Başkanı olduğu Trabzonspor’un haklarını korumak yerine, şampiyonluğunu çalanlarla iş birliği yapıp camiasını sırtından bıçaklayan birinin önderliğinde kurulan bir takımın sahada bu kadar bile mücadele ediyor olması aslına bakarsanız mucizedir. Hele bir de bu ihanete rağmen tribünlerin büyük bir kısmının sanki yaşananlardan memnun olduklarını haykırırcasına tezahüratlar yapması ve yaşanan bu olaylar karşısında tepki vermiyor olması bu takımın ve bu sonuçların bile bazıları için fazla olduğunu tesciller nitelikteydi.

Sezon başında sözüm ona Şampiyonlar Ligi için kurulmuş olan kadro bu güne kadar oynadığı hemen hemen bütün karşılaşmalarda yaptığı gibi Mersin İ.Y. karşısında da ezilerek tamamladı ilk yarıyı. Koca 45 dakika boyunca bırakın gol pozisyonuna girmeyi kaleyi tutan isabetli bir şutu olmayan bir takım aslına bakarsınız eleştirilmeye bile değmez ama görünenleri de söylemek bir yerde boynumuzun borcu.

Şenol Güneş son haftalarda yenen kamyon yüküyle golün faturasını Aykut ve Celutska’ya çıkarmış olacak ki biri kenarda diğeri ise tribünde idi ama görüldü ki sorun bu futbolcularla da sınırlı değil. Sezon başından beri olumlu bir tek maçı olmayan Alanzinho, Colman ve Zokora’dan kurulu orta saha her zamanki gibi toptan kaçarak oynadı. Nadir olarak  aldıkları topları da çoğunlukla rakibe teslim ettikleri de yetmezmiş gibi orta sahada rakibe baskı uygulamayarak ve adamlarını kovalamayarak Mersin’li futbolcuların işlerini kolaylaştırdılar.  Sergiledikleri performansa bakınca toplam 15 milyon avro bonservis verilerek transfer edilen Zokora, Adrian ve Henrique üçlüsünün geldikleri kulüplerin kasasına bu meblağın ne kadarının girdiğini düşünmeden edemiyor insan.

Şenol Güneş ve oyuncuları her zamanki gibi beni şaşırtmayarak başladı ikinci yarıya. Hoca sahanın vasıfsız oyuncularını sahada tutarak, oyuncularda ilk yarıda olduğu gibi Mecnun misali sahada gezinerek istikrarlarını korudular. Bunun sonucu olarak da yapılan zincirleme hatalara hala neden transfer edildiğini anlayamadığım Cech’in ofsayt’ı bozması eklenince Mersin ikinci golü bulmuş oldu. Bu golden sonra gerek Mersin’li futbolcuların savunmaya çekilmesi gerekse Trabzonspor’luların refleksi sonucu maçta fark bir sayıya indi. Bu golden sonra kısa bir süre sonra beraberliğin gelmemesi ise Henrique’nin boş kaleye bile topu yuvarlayamayacak derecede kabiliyetsiz bir futbolcu olmasından kaynaklıydı. Bu vesile ile kendisini transfer edenlere tekrar selam olsun.

Takım tam da Mersin sahasına yerleşmiş beraberlik golü için bastırırken Şenol Güneş sahanın o dakikalardaki en etkili oyuncusu olan Volkan’ı oyundan çıkararak herkese kamera şakası olmalı dedirten bir hamleye imza attı. Bu hamle aynı zamanda Trabzonspor’un sol kanadının etkinliğini de ortadan kaldırmıştı ki takımın ligin ikinci yarısında Burak ile birlikte yükünü çeken Olcan 83. Dakikada yine kişisel becerisiyle güzel bir gol atarak takımına beraberliği kazandırırken geride kalan dakikalar için de galibiyeti yakalama adına bir umut olmuştu ki sahada ne yaptığı belli olmayan Henrique’nin kaçırdığı fırsatları Hasan Üçüncü’nün golüyle taçlandıran Trabzonspor savunması galibiyeti rakiplerine armağan etmiş oldu.

Bu mağlubiyet bir kez daha gösterdi ki, bu takımdan ne köy olur ne de kasaba. Üç gol yediğiniz Kayseri bir sonraki hafta gol atamıyorsa, 4 gol yediğiniz PSV 14 tane de kaçırıyorsa, kendi sahanızda kendi seyirciniz önünde Mersin İ.Y.’den 3 gol yiyorsanız sanırım savunulacak bir şey kalmamış demektir. Söylenecek tek şey Mersi’n Sadri’cim. Eserinle övünebilirsin.

Saygı ve sevgilerimle,

25 Şubat 2012 Cumartesi

Tahliyeler, Suç ve Ceza

Şenol Güneş hocamızın tarih sayfalarında yerini alan çok güzel ve bir o kadar da anlamlı sözüdür ‘Suç Yokken Suçlu Arayanlar, Suç Varken Suçluyu Bulamıyorlar’. aziz yıldırım ve kurduğu suç örgütü tarafından fb adına  çalınan 2010-2011 yılı şampiyonluğunun ardından söylediği bu cümle aslında futbol için söylenmiş olsa da ülkemizin genel adalet yapısıyla da bire bir örtüşen bir cümledir. O yüzden de yer aldığı tarih sayfalarından asla silinmeyecektir. Bu söz şimdilik aklımızın bir köşesinde dursun.

Gelelim yazımızın asıl konusu olan dünkü tahliyelere ve kamuoyunda yarattığı etkiye. Kamuoyu derken aslında ikiye hatta belki üçe ayırmak gerekiyor. Bunlardan birincisi aziz ve çetesinin mutlak savunucuları, ikincisi hakkı yenmiş olan Trabzonspor camiası ve adalet arayanlar, üçüncüsü ise bu olaylarla pek ilgisi olmayan ve pek de umursamayanlar. Birinci grup zaten umurumda değil, üçüncü grubun da yaşananlar umurunda değil. İkinci grup, yani hakkı yenmiş olan Trabzonspor camiası ve adalet arayanlara. Beni asıl ilgilendiren ve olayları doğru algılayıp doğru yorumlamasını istediğim gruba sesleniyorum.

Dün tahliye edilen sanıklar işledikleri suçun gerektirdiği ceza karşılığı tutuklu olarak bulundukları süre göz önünde bulundurularak tahliye edilmiştir, diğer bir değişle suçsuz oldukları için tahliye edilmemişlerdir. Haklarındaki dava devam edecektir. Yargılanma sonucunda da büyük olasılıkla suçlu bulunacaklar. Satılmış ve güdümlü medyanın yönlendirmelerine itibar etmeden savcılar ve hakimler ne diyor onlara bakmak ve o yönde yorum yapmak gerekir.

Burada asıl önemli olan aziz yıldırım ve kurmuş olduğu şike çetesinin önemli isimlerinin tahliye taleplerinin reddedilmiş olmaları ve reddediliş nedenleri. Savcı ve hakim bu sanıklar hakkında işledikleri suça istinaden çok kuvvetli deliller olduğu ve karşılığında alacak oldukları cezalar da ağır olacağı için ve tutuklu bulundukları süre tahliye olanların aksine alacakları ceza için yeterli olmadığından tahliye taleplerinin reddine karar verildi. Yani aziz ve çetesi SUÇLUDUR ve DELİLLER KUVVETLİDİR.

Gelelim ‘Maç Satan Karısını Satar’ dedikten sonra fb’ye maç satan (uygun bir ücret karşılığı) mecnun odyakmaz’ın zırvalarına. Arkadaşlar bunlar yeni ya da bilinmeyen bilgiler değil. mehmet yıldız, mecnun’a gitmiş ve bize Trabzonspor’dan teşvik teklifi var demiş. Soralım bakalım:

1.      Maç satmayı karısını satmak olarak gören mecnun neden gerekli kurumlara şikâyette bulunmamış?

2.      İddianame’de teşvike aracılık ettiği iddia edilen Zeki Mazlum için onunla alakası yok derken kiminle alakası olduğunu neden söylemiyor?

3.     Teşvik teklifini yapan Trabzonspor Kulüp binası ya da Avni Aker Stadı falan mıdır? Trabzonspor teklif yaptı ne demektir? Yapılmışsa bir isim verilmesi gerekmektedir ama ortada ne böyle bir isim ne de bu yönde bir delil, bir belge vardır.

4.      mehmet yıldız savcı tarafından sorgulanmış ve sorgulama sonucu Trabzonspor aleyhine bu yönde bir sonuç çıkmamıştır. Yani konuşulanlar savsatadan ibarettir.

Görülecektir ki iddianamede kerhen adları bulunan Trabzonsporlular en kısa sürede beraat edeceklerdir, yani suçsuz olduklarına karar verilecektir. Zaten savcı tarafından haklarında suçu işlediklerine dair yeterli belge olmadığı belirtilmiştir. Aslına bakılırsa bu durum bile onların haklarının yendiğinin ve bu davanın parçası olmamaları gerektiğinin bir kanıtıdır ama ülkemizde maalesef bu gibi durumlarda toplumun gazını almak için bu tür hamleler yapılmaktadır.

Özetleyecek olursak; aziz ve çetesi suçludur ve haklarında bu suçları işlediklerine dair yeterince delil vardır. Mahkeme sonucunda da gerekli cezayı alacaklardır. Tahliye edilenler suçsuz değildir ve yargılanmalarına devam edilecektir. Trabzonspor’luların endişelenmeleri gerektirecek herhangi bir durum söz konusu değildir. Gerisini zaten biliyorsunuz fb kümeye düşecektir ve 2010-2011 yılı şampiyonu da TRABZONSPOR’dur.

Saygı ve sevgilerimle.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Türk Futbolu İçin Ya İstiklâl Ya Ölüm.

Yazılarımı takip edenler çok iyi bilirler ki, 3 Temmuz sabahından bu yana şikecilerin hak ettikleri cezaları göreceklerini ve hakkı yenmiş olan Trabzonspor’un da haklarının teslim edileceğini defalarca belirttim. Bunu yaparken de maalesef dayanağım Türkiye’deki adalet sistemi değil, bağlı bulunduğumuz UEFA ve FIFA idi. Biliyordum ki ülkemizde ne tür oyun oynanırsa oynansın, ne tür perde arkası ilişkiler kullanılırsa kullanılsın UEFA ve FIFA tüm dünyada uygulamış olduğu şikeye sıfır tolerans kuralının Türkiye’de de uygulanması için gerekli bütün yaptırımları uygulayacaktı.

Aslına bakarsanız bu fikrimde her hangi bir değişiklik yok. UEFA ve FIFA’nın gerekli bütün uyarıları yaptığını ve artık herkes tarafından da dillendirildiği gibi en geç 15 Nisan 2012 tarihine kadar Türkiye Futbol Federasyonu’nun gerekli yaptırımları uygulamasını istediğini biliyoruz. Aksi takdirde hem kulüplere hem de ülke milli takımına uluslararası bütün müsabakalarından men cezası vereceğini artık sağır sultan bile duydu.

Yaşanan süreç ve gelişmeler hepinizin malumu ve bunları önceki yazılarımda defalarca dillendirip gerekli varsayımları yapmıştım. Onun için tekrar bu konulara girmeden gelinen süreçte yapılmak istenenleri ve şayet başarılı olunursa Türk Futbolunu bekleyen tehlikeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şikecilerin ve onların TFF’deki uzantıları olan yöneticilerin sürecin başından beri uygulamış oldukları oyalama süreci sona erdi. Artık önümüzde iki yol var.

Bu yollardan birincisi yeni gelecek başkan ve yönetimin UEFA ve FIFA talimatları doğrultusunda gerekli cezaları vermesi ve Türk Futbolunu içinde bulunduğu kaostan kurtarıp adaletin sağlanmasıdır ki mantıklı olan ve ülke futbolunun da menfaatine olacak olan budur.

Girilmemesi gereken ve önümüzdeki yollardan ikincisi olan ise yıldırım demirören’in önderliğini yaptığı ve UEFA ve FIFA’nın talimatlarına karşı gelmeyi ve bu kurumlardan gelecek olan cezayı göze almayı düşünen  yoldur. Bu yola girilmesi halinde Türk Futbolu bir daha asla içinden çıkamayacağı bir batağa saplanacaktır. Bu yol seçilirse muhtemelen olacak olan gelişmeler şu şekildedir.

1.      UEFA ve FIFA bütün uyarılarına rağmen gerekli yaptırımları uygulamayan Türkiye Futbol Federasyonu’nu tüm kategorilerdeki milli takımlarını ve kulüp takımlarını uluslar arası bütün müsabakalardan uzun bir süre (4/5 sene olabilir) men edecektir.

2.      Bu durumda yurt dışında doğan Türk kökenli futbolcuların zaten zorla kabul ettikleri milli takım forması giydirilmeleri imkansız olacaktır ve yıkılan bu köprü bir daha kolay kolay kurulamayacaktır.

3.      Milli takımlarımız önümüzdeki yıllarda herhangi bir puan alamayacağı için ceza bittikten sonra da müsabakalara son torbadan katılacak ve zaten az olan tur atlama şansları iyice azalacaktır.

4.      Ülke puanı diye bir puanımız olmayacağı için Şampiyonlar Ligine ve UEFA Avrupa Ligine giden takımlarımız azalacak ve lig şampiyonu bile 3 ön eleme turu oynamak zorunda kalacak ve şampiyonumuzun Şampiyonlar Ligine kalma ihtimali olmayacaktır.

5.      Her sene Şampiyonlar Ligi katılım payı olan 20 milyon avro ülke payı ve atlanabilecek turlarda ve kazanılacak maçlarda elde edilecek gelirler ortadan kalkacaktır.

6.      Türk Futbolunun zaten yerlerde sürünen uluslar arası imajı tamamen sıfıra inecek ve bugün ligimizde seyrettiğimiz 2.-3. Sınıf yabancı futbolcuları bile transfer etmek zorlaşacak ve ligimizin kalitesi iyice düşecektir.

7.      Şikesi tescillenmiş lige olan yurt içi ilgi de azalacak artık kolay kolay seyirciler stadlara gidip maç seyretmeyecek, para verip Lig TV almayacak, yayın gelirleri düşecek, tek geliri yayın geliri olan kulüpler batma noktası gelecektir.

8.      Geleceklerini ipotek altına alarak borçlanan büyük takımlar da bütün bu gelirlerden mahrum kalınca önümüzdeki yıllara aktarmış oldukları borçlarını ödeyemeyecek ve batacaklardır.

Bunlar ilk bakışta aklıma gelen ve yaşanılması kuvvetle muhtemel sonuçlardır. Yıllardır Türk Futbolunu kirli ilişkilerle yönetenler sırf kendi menfaatleri zarar görmesin diye Türk Futbolunu batırmak için elinden gelen bütün gayreti göstermekteler ve gerek siyasiler gerekse futbol dünyası buna göz yummakta hatta ve hatta ön ayak olmaktadırlar.

Gün futbolu ve ülkesini sevenlerin sesini yükseltmesi gereken gündür. Artık Türk futbolu için de ‘Ya İstiklâl Ya Ölüm’ günüdür. Doğru yolu seçip adaleti sağlarsak futbolu el birliği ile içine düşmüş olduğu bataktan çıkarır ve yolumuza daha sağlıklı bir şekilde devam ederiz. Aksi takdirde bugünkü seviyemize bile 30 sene sonra gelemeyiz ve ortada Türk futbolu diye bir şey kalmaz.

Saygı ve sevgilerimle.

19 Şubat 2012 Pazar

Şenol Güneş Masaya Yumruğunu Vurmalı !

Karşılaşma tıpkı PSV maçında olduğu gibi golle başladı. Henüz 1. dakika dolmamıştı ki, sağ kanattan yapılan ortada Aykut’un Kujoviç’e rahat bir pozisyonda kafa vurdurması sonucu Tolga’nın da katkısıyla Kayserispor maça önde başlamış oldu. Aynı Aykut 2. golde de benzer bir hata ile Eren’e kafa vurdurunca karşılaşma bir nevi ilk yarıda sona ermiş oldu. Erken gelen golle morali bozulan takım ikinci golden sonra iyice oyundan düştü ve ilk yarı Kayserispor’un hakimiyetiyle ve üst üste girdiği pozisyonlarla geçti. Her ne kadar hafta içi Avrupa Kupası maçı oynanmış olsa da o maçta da hiçbir efor sarf etmeyen oyuncuların bu maçtaki kötü futbolu yorgunluğa bağlama gibi bir lüksü olamayacağını da belirmeden geçemeyeceğim.

Takımın Cech, Brozek ve Ferhat gibi 3 tane sol beki olmasına rağmen sağ ayaklı bir adamı sol bekte oynatmak ya da oynatmak zorunda olmak, ayakta duramayacak halde olan Giray’ı kesip yerine oynatacak başka bir stoperinin olmaması, üstelik de geçen sene bu bölgenin tüm yükünü çeken Egemen’in gitmiş olmasına rağmen bu bölgeye transfer yapılmamış olması, alınan yabancıların vasat bile olmamaları, hücum bölgesinde Burak’a yardımcı olacak santrafor özellikleri olan bir hücum oyuncusunun alınmamış olması Şenol Güneş’in elini kolunu bağlamış olsa da, kendi hataları ve saplantıları da takımın bu denli düşük performans sergilemesinde etken olmuştur.

Celutska’nın sağ bek oynatılmaması, geçen seneki Serkan-Amrabat mücadelesinde Serkan’ın düştüğü durum hala akıllardayken o bölgede yine Serkan’a görev verilmesi, Olcan ve Volkan’ın sürekli kanat değiştirilerek oynatılması suretiyle verimlerinin düşürülmesi, top kontrolü, presi, hava hakimiyeti hiç olmayan Burak’ın tek santrafor olarak oynatılması, oyuna hiçbir katkısı olmayan, orta sahayı bir kişi eksik oynatan ve sürekli top kaptıran Alanzinho’nun da sürekli oynatılması hocanın diğer saplantıları. Bu saplantılarından kurtulmadığı müddetçe bu takım mehter takımı gibi iki ileri bir geri gitmeye mahkumdur.

Gerçi oyuna giren her oyuncunun çıkanı arattığı bir takımda,  bundan daha iyisini beklemenin de ne kadar sağlıklı olacağı tartışılır. Olcan hariç takımda adam geçebilen ve kaleye doğru gidebilen bir tane bile futbolcu yokken, takım iki tane olumlu pas yapamazken, 12 yabancısı olmasına rağmen hiç birinden fayda alınamıyorken, üstüne üstlük bu rezil ve kişiliksiz futbolu oynadıkları için futbolcuların çoğu bir nebze utanma ve sıkılma belirtisi göstermiyorken alınacak hiçbir tedbir fayda etmeyecektir. Karşılaşma başladıktan 50 saniye sonra ve 2-1’i yakaladığın golü attıktan sonra yapılan santradan 20 saniye sonra üstelik 11 kişi kendi sahandayken gol yiyorsan ve yediğin gol kalecinden dönen şutta tamamlanırsa ve rakip takım oyuncusunun yanında hala bir tane bile futbolcun yoksa Şenol Hoca’nın da şapkayı önüne koyup düşünme vakti gelmiş de geçmiş demektir.

Karşılaşma 3-1 olduktan sonra biraz kımıldayan Trabzonspor takımının 3-3’lük beraberliği yakalaması, hatta galip gelecek pozisyonu bile yakalaması, yaşanan bu puan kaybının ne denli basit olduğunun, Kayserispor’un aslında vasat bir oyunla bile rahatça yenilebileceğinin açık bir göstergesiydi. Maalesef bizim takımız bu vasat oyunu bile sergileyemeyecek durumda.

Bu takım play off’a kalır ya da kalamaz, bugünden tezi yok bu rezaletin sorumluları Şenol Güneş tarafından tek tek tespit edilmeli ve  kötü niyetli olanlarla bir an önce, kapasitesi yeterli olmayanlarla da sezon sona erer ermez yollar ayrılmalı. Aksi halde süreç Şenol Hoca'nın sorgulanmasına doğru gider ve daha önce de izlediğimiz bu filmi tekrar yaşamak bu takımı dönüşü olmayan ve sonu karanlık olan bir yola sokar. Şenol Hoca'nın buna izin vermemesi gerekir. Artık yumruğunu masaya vurmalı ve gerek oyunculara gerekse başkan ve yönetime bu takımın kimsenin oyuncağı olmadığını hatırlatmalı. Bu takım Şenol Güneş'in ve taraftarlarındır ve hep öyle kalacaktır.
Ayrıca bu takımın bu hale gelmesinde baş sorumlu olan başkan ve yöneticilerin de gerekeni yapması ve bu işi yapamadıklarını kabul edip transfere karışmamaları ya da görevlerini yapabilecek olanlara devretmeleri gerekmektedir. Aksi bir davranışta yapılan bu transferlerden başka türlü çıkarlarının olduğuna olan inanç iyice artacaktır. Tabi bunu yapabilmek için de insanın içindeki Trabzonspor sevgisinin koltuk sevgisinden bir nebze de olsa fazla olması gerekir.

Saygı ve sevgilerimle,

Ender Kuyumcu


4 Şubat 2012 Cumartesi

İhanetin Bedeli

En sonda söylemem gerekeni en başta söyleyerek başlayacağım yazıma. Colman bu takıma ihanet içindedir ve biran önce Trabzonspor’la ilişkisi kesilmelidir. Bunu söylerken de duygusal bakarak değil geçen seneden beri yaşanan süreci gözümün önüne getirerek söylüyorum. Geçen sene devre arasında ve sezon sonunda Şenol Güneş’in izin vermemesine rağmen ülkesine gitmiş, her gidişinde geç gelmiş, Jaja’dan bulduğu destekle bütün uyarılara rağmen disiplinsiz davranışlarına devam etmiştir. Ayrıca geçen sezonun başında ve sezon içinde şampiyonluk yarışının kızıştığı anlarda aldığı ücreti sorun edip sürekli zam istemiş ve performansında keskin düşüşler yaşamıştır. Şenol Güneş’in kendisine sert uyarıları sonucu tekrar futbola dönmüş ve sezon sonu bitecek olan kontratında istediği zammı alabilmek için gayretini arttırmıştır. Bu sezon başında istediği ücreti almış olmasına rağmen sergilediği kötü oyun ve vurdumduymaz benim için tavırları bardağı taşıran son damla olmuştur.

Yukarıda Colman hakkında yazdıklarıma katılmayan, ağır bulan hatta bu maçla ne alakası var diyenleriniz olacaktır. Genel görüşler bir yana maçla olan ilgisi Colman’ın sürekli kaptırdığı toplar, yaptığı hatalı paslar, kovalamadığı adamlar ve en sonunda da yaptığı sorumsuz penaltıdır.

Genel olarak maça bakacak olursak Trabzonspor orta sahası bu ligde iki-üç karşılaşma hariç hiçbir takıma üstünlük sağlayamamıştır, hatta ve hatta çoğu maçta tıpkı bu karşılaşmada olduğu gibi ezilmiş ve aciz bir görüntü sergilemiştir. Futbolun genel doğrusu olarak kabul edilen maçların orta sahada kaybedilip kazanıldığı olgusundan hareketle bugünkü sonuç da bizim açımızdan sürpriz olmamıştır. Bundan önceki karşılaşmalar çoğu zaman Burak’ın, geldikten sonra da Olcan’ın bireysel performansları sayesinde kotarılmıştır ama Burak’taki zihinsel ve fiziksel düşüşle beraber gol yollarında zorlanmaya başlayan takım bugün gol harici ilk pozisyonuna 90. Dakikada girmiştir hatta yanlış hatırlamıyorsam ilk kornerini de yine bu dakikada atmıştır.

Takım 90 dakika boyunca gerek savunmada gerekse hücumda yapması gereken hiçbir doğru hareketi yapamazken maçın hakemini eleştirmenin de doğru olmadığını söylemek istiyorum Hakemlerin bize karşı art niyetli olduğu ve aleyhimize her türlü fırsatı kullandıkalrı zaten bildiğimiz bir gerçektir ama bugünkü mağlubiyeti hakeme yıkmak da başımızı kuma gömmekten başka bir şey değildir.

Bundan önce defalarca da yazdım ve tekrar etmek durumunda kalıyorum ama bu takımın sağ beki Celutska olmalıdır, zira ilk golü yediğimiz pozisyonda Mehmet Eren’in yanında 1.65’lik Serkan değil de 1.90’lık Celutska olsaydı Mehmet Eren o golü atmayı bırakın o topa kafa bile vurmayı başaramazdı. Alanzinho ve Colman’ın yüzünden yol geçen hanına dönen orta sahada olması daha doğru olacak olan Serkan bu bölgede uygulayacağı baskı ile Antalya ataklarının bir kısmını da başlamadan bitirebilirdi. Alanzinho hatasından ikinci yarıda dönen Şenol Güneş daha büyük bir hata ile Adrian’ı  oyuna alınca ve Colman’ı da oyunda tutmaya devam edince Antalyaspor daha da cesaretlendi ve bulduğu penaltı golü haricinde bir çok gol pozisyonuna girmesine rağmen biraz şanssızlık biraz da beceriksizlikleri yüzünden olası bir farklı galibiyetten oldu.

Türkçemizde zararın neresinden dönerseniz kârdır diye çok güzel bir söz vardır ve bugün gelinen nokta da o zarardan dönmemizin gerektiği noktadır. Bunu yapacak olan da Şenol Güneş hocamızdır. Şenol Hocanın artık inadından vazgeçip Celutska’yı sürekli sağbekte oynatması, Alanzinho’ya baştan değil son yarım saatlerde rakibin ve skorun durumuna göre şans vermesi ve başta da belirttiğim gibi Colman’ın da bu takımla olan ilişkisini kesmesi lazım. BU denli radikal bir karar alınır mı? Alınsa daha mı iyi olur, daha mı kötü olur? Bunlar yaşamadan bilinmeyecek durumlardır ve bu işin bu Colman’la gitmeyeceği artık nettir.

Futbol aslına bakarsanız bir oyundur ve futbolda yenmek kadar yenilmek de vardır. Bunu ben dahil herkes bilir fakat sahada mücadele etmemek, vurdumduymaz tavırlar sergilemek ve bunu asgari ücretli ve işsiz birçok insanın tutkuyla bağlı olduğu bir oyunu icra ederken hem de Trabzonspor gibi bir takımın formasını giyerken yapmak sizi bilmem ama benim affedebileceğim bir durum değildir. Bu ihanetin bir bedeli olmalıdır ve bu bedeli Colman muhakkak ödemelidir.

Saygı ve sevgilerimle,

Ender Kuyumcu