30 Ekim 2011 Pazar

Çifte Bayram

Bu sezon hazırlık maçları, avrupa kupaları ve lig'de oynadığı toplam 20 karşılaşmanın 11'inde rakipleriyle yenişemeyerek beraberlikler takımı haline gelen Trabzonspor, bu yöndeki istatistiklerine bir artı daha katıyordu ki, 90+3. dakikada sahneye, takımın ve de maçın en iyi adamı Halil Altıntop çıktı. Önce orta sahada iki rakibiyle boğuştu, daha sonra onlardan kurtardığı topla 40 metre depar attı, Henrique ile yaptığı duvar pası sonucunda kaleci Karcemarskas'la karşı karşıya kaldı ve kalecinin solundan yaptığı düzgün vuruşla takımına galibiyeti ve 3 puanı getiren golü kaydetti. Bu gol takıma 3 puanın yanı sıra CSKA maçı öncesinde büyük de bir moral getirmiş oldu. Aynı zamanda Burak olmazsa bu takım maç kazanamaz ön yargısını da yıkarak bu takımın Burak'sız da maç kazanabildiğini gösterdi. Sanırım bu maçtan sonra Trabzonspor'lu futbolcuların kendilerine olan güvenleri yerine gelmiştir.


Şenol Hoca sahaya önceki karşılaşmalara oranla biraz daha dirençli bir takım sürdü. Kalede her zamanki gibi Tolga yer aldı, savunma Celutska, Giray, Glowacki ve Cech'den oluştu. Daha önce de defalarca bahsettiğim gibi mevcut kadro içinde bu takımın çıkarabileceği en iyi savunma kurgusu budur. Şenol hoca şayet bu oyuncularda ve düzende ısrar eder, maçın başında ya da ilerleyen dakikalarında Celutska'yı sol beke alıp Serkan'ı onun yerine alma sevdasından vaz geçerse, hem savunma birbirine alışır hem de yapılan hatalar azalır. Böylece dün olduğu gibi takım gol yemeden bir maç tamamlamış olur. Takım lig'de oynadığı  karşılaşmalarda Eskişehir maçından sonra ilk defa bir karşılaşmada gol yemedi.


Her iki maçta da Alanzinho'nun ilk 11'de olmaması ve takımın gol yememiş olması size tesadüf olarak gelse de, bana futbolun gerçeği olarak geliyor. Zira ufak bir çocuk fiziğinde ve kuvvetinde olan Alanzinho, sahada hiç mücadele etmeyen ve takım savunmasına hiç yardımcı olmayan Adrian ile birlikte orta sahada oynayınca rakip takımlar orta saha üstünlüğünü ellerine geçirip sıkıntı içindeki Trabzonspor savunmasını zor durumda bırakıyorlar. Aykut'la güçlendirilmiş olan orta saha bu maçta bunun olmasına izin vermedi ve Antep gibi güçlü bir takıma nispeten daha az gol pozisyonu vererek maçtan galip ayrılmasını bildi. Burada bir parantez de Adrian'a açmak istiyorum. Sezon başında büyük ümitlerle transfer edilen, Jaja gibi bir yıldızın boşluğunu doldurması beklenen Polonya'lı, şu ana kadar oynadığı oyunla bende büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Kötü bir futbolcu olduğunu düşünmediğim Adrian ya üzerindeki baskıyı kaldıramıyor ya da ondan beklenenle onun verebilecekleri örtüşmüyor. İlerleyen haftalar bu konuda daha sağlklı yorumlar yapmamıza izin verecektir. Orta sahanın sağında oynayan Serkan diğer maçlara göre nispeten kıpırdanmış olsa da, ayağına gelen topların çoğunu geri ya da yan pas olarak kullanmaya devam etti. İddaa ediyorum, Sapara, Serkan'dan çok daha iyi futbolcu ve şans verilirse ondan çok daha faydalı olcaktır. Sahaya sonradan dahil olan Alanzinho, sevgili Olcay Çakır'ı haklı çıkarmak istercesine olumlu işler yaptı ilk defa. Bunda rakibin yorulmuş olmasının katkısı da yok değildi, ama golden önce yaptığı baskı, ve Henrique'ye attığı gollük pas, son 20 dakika oyuna giren bir Alanzinho'nun gardı düşen takımlara karşı işe yarayabileceğini gösterdi. Trabzonspor, dün 3 puandan daha önemli birşey kazandı Antep'te. Aykut, şayet kendinde ısrar edilmeye devam edilirse hem Trabzonspor'a, hem de milli takıma uzun yıllar hizmet edebilir. Güçlü fiziği, isabetli pasları, sert şutları ve mücadeleci yapısıyla benim son yıllarda izlediğim en komple futbolcu Aykut. Kesinlikle bu takımın orta sahasında olmalı.


Burak'ın yokluğunda ve Vittek'in sakatlığında zoraki oynatılan Brozek, kendine verilen belki bu son şansı da iyi değerlendiremeyerek, devre arsında bu takımdan gitmeyi garantilemiş oldu. Maçın başında Adrian'ın attığı mükemmel uzun topu kontrol etmek yerine doğrudan kalenin üstünden dışarı yollayarak bu takımın forveti olamayacağını bir kez daha ispatladı. Henrique'nin oyuna girmesi bu bölgeye hareketlilik getirdi ve atılan golde Halil'e verdiği duvar pası da görülmeye ve takdire değerdi.


Özetlemek gerekirse her iki takımında maçı kazanacak pozisyonlar bulduğu ve denk güçlerin mücadelesi şeklinde geçen maçta, gaibiyeti son dakika da olsa Trabzonspor buldu. Bu sene son dakikaların yüzüne pek gülmediği Bordo-Mavililer böylece bu şanssızlığı da kırmış oldu. Golden sonra Giray'ın hocasına koşup sarılması ve maçtan sonra da O'nu çok üzdüklerini söyleyip, artık mutlu etmek istediklerini söylemesi sanırım bu takımın kimyası ve geçen seneki başarının sebepleri hakkında bir ipucu vermiştir herkese.


Herşeye rağmen kazanmanın güzel olduğu gerçeği ile, Cumhuriyet'imizin 88. yıldönümünde alınan galibiyet tüm camiamıza hayırlı olsun. Daha nice galibiyetlerde ve nice 29 Ekim'lerde mutlu olmak dileğiyle,bize bu anlamlı günde çifte bayram yaşatan futbolcularımızı ve teknik ekibimizi tebrik ediyorum.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu


26 Ekim 2011 Çarşamba

Artık Ders Alma Vakti !

Neresinden bakarsanız bakın, bu akşamki oyun ve sonuç her anlamda hayal kırıklığı yarattı Trabzonspor'lu taraftarlarda. Sezon başında Şenol Güneş'in de serzenişte bulunduğu üzere Trabzonspor başkanı ve yönetimi gösterdikleri üstün başarı sonucunda 3 senede oluşturulan kadroyu dağıttılar ve yerlerine aldıkları sıradan futbolcularla takımı bu hale getirdiler. İsterseniz bu akşam oynanan Antalya maçını değerlendirmeden önce, bizi bu günlere getiren olayları kısaca hatırlayalım.


Geçen sene başında artık oturmuş olan Trabzonspor kadrosunun önemli oyuncularından Selçuk ve Egemen'in sözleşmelerinin sene sonunda biteceği herkesin malumuydu. Sadri Şener ve yönetimi bu oyuncuları ikna edip imza attırmak yerine, sezon boyunca taraftarı kandırmayı seçti ve sezon bitince de ellerini kollarını sallaya sallaya gitmelerine seyirci kaldı. Bununla da yetinmedi sevgili başkan ve yönetim. Jaja, Umut gibi adamaları gönderip yerlerine büyük ümitlerle kendilerine önerilen oyuncuları hem de hatırı sayılı miktarlar ödeyerek transfer etti. Bu önerinin Şenol Güneş'ten geldiğini sananlar kısa sürede olayın böyle olmadığını Şenol Hoca'nın yaptığı basın toplantısıyla anladı.


Dilerseniz yazının bundan sonraki kısmında hem oyunu hem de oyuncuları değerlendirelim ve gerekli yerlerde de gerekli kişilere yaptıkları ve yapmadıkları üzerine atıfta bulunalım. Trabzonspor oyuna Zokora haricinde Şenol Güneş'in kafasındakine yakın bir 11'le çıktı. Kalede her zamanki gibi Tolga, savunmanın sağında Serkan, ortada Giray ve Glowacki, sol kenarda da geçen haftanın sürpriz ismi Ferhat vardı. Görevde olduğu süre zarfında sol kanada adam gibi bir transfer yapamayarak bu takımı Ferhat gibi 2. Lig seviyesinde bir futbolcuya mahkum eden yönetimin, Şampiyonlar Ligi için aldığı Marek Cech yedek kulübesinde beklerken, savunmanın diğer bir yumuşak karnı olan sol stoper tarafı Glowacki ile dolduruldu. O olmasa oynayacak olan Mustafa Yumlu olduğu için Şenol Hoca'nın burada yapabileceği fazla bir şey yok, ama ben yine de tank kadar ağır olan, sürekli ofsaytı bozup faul yapan Glowacki yerine Mustafa'yı sahada görmek isterdim. Savunmanın sağında takımın iki ana el freninden biri olan Serkan vardı ve doğruyu söylemek gerekirse beni bu akşam biraz utandırdı. Zira bu takımda kesinlikle yeri olmadığını düşündüğüm Serkan bu akşam takımın en kötülerinden biri değildi, hatta arada olumlu işler de yaptı denebilir. Genel olarak baktığımızda Trabzonspor savunması ağır, tek hamleli, oyun görüşü ve yeteneği sınırlı, pas verme kabiliyeti de olmayan oyunculardan kurulu. Giray gerek hırs, gerek yetenek gerekse de hamle olarak diğerlerinden çok önde ama bu savunmanın arasında O da ne yapacağnı şaşırıyor.


Takımın bu denli kötü ve bilinçsiz futbol oynamasının baş sorumlusu olan orta saha ise Alanzinho, Sapara, Colman, Volkan ve Adrian'dan oluşuken ileride ise bu sene fırtına gibi esen Burak Yılmaz vardı, iyiki de vardı, zira Burak olmasa bu takımın kimseden puan alacak hali yok. Bu aşamada ilk yarıda üşenmeyip tuttuğum bir istatistiği paylaşmak istiyorum sizlerle. Topla buluşma sayısı 16, bunların dokuzu olumsuz yedisi olumlu kullanılmış. Bir kere ofsayta düşmüş, bir faul yapıp bir sarı kart görmüş, çektiği tek şut da top rakibe çarpıp kornere gitmiş. Bu mükemmel istatistiklerin sahibi sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Alanzinho ve bu, onun belki de bu seneki en iyi performansı. Garip olan ise bu adamın hala bu takımın kadrosunda yer bulabiliyor olması. Alanzinho'ya Volkan Şen ve Colman da eşlik edince ilk yarıdaki Antalya üstünlüğü kaçınılmaz oldu.


Şenol Güneş ikinci yarıya Alanzinho-Zokora değişikliği yaparak başladı ve orta sahanın direncini biraz olsun arttırdı. Topun bir nebze kendisinde daha fazla kalmasını sağlayan Trabzonspor tanıdık bir ismin, Burak Yılmaz'ın ayağından gelen golle farkı bire indirdi. İşte tam bu sırada ikinci yarı oyunda görünmeye ve etkili olmaya başlayan Volkan çıktı ve marifetli malum menejerin bize çaktığı oyunculardan biri olan Brozek oyuna girdi, hem de yaptığı hiçbir orta isabetli olmayan, hiç mücadele etmeyen Adrian sahada tutulup sağ kenara atılırken. Daha önceki bütün yazılarımda yazdım ama Şenol Hoca bu taktiği denediği sürece ben de yazmaya devam edeceğim. Ters ayakla ters kanatta oynamak her futbolcunun yapabileceği birşey değildir. Hem üstün bir yetenek hem de üstün bir oyun zekası gerektirir ve bizim oyuncularımızda bunların ikisi de maalesef yok. Adrian'ın silik oyunu sağ kanat sol kanat derken iyice silikleşti ve rakibe attığı toplar da devam etti. Sezon başında bilmem kaç Selçuk eder diyenlere selam olsun, yarım Selçuk etse razıyım. Halil bildiğiniz gibi oyun zekası ve azmi var ama gol bölgelerinde yetersiz. Sapara bence erken oyundan alındı ama O da Şampiyonlar Ligi için transfer edilmiş bir oyuncu görüntüsünde değil. Burak Yılmaz ise her zamanki gibi, Allah yürü ya kulum demiş bir kere, neye vursa gol oluyor. Gerçi iyiki de oluyor ve umarım böyle devam eder.


Neydi geçen sene bu takımı ŞAMPİYONLUĞA götüren oyun sistemi. Takımın kurulu bir düzeninin olması ve oyuncuların birbirini tanıması. Geçen senenin kadrosunun da bazı eksiklikleri vardı ama o takım biribirini tamamlıyordu. Selçuk sıkışan savunmasına yardımcı oluyor, topları onlardan alıp oyunu kuruyor, Egemen Cale'nin yerine de oynuyor açıklarını kapatıyor, Colman Jaja'nın yerine de koşuyor, Jaja şapkadan çıkarırcasına oyunu yönlendirip paslar atıyor, Umut koşamayan herkesin yerine koşuyor ve Burak ta en iyi yaptığı şeyi yapıp gol atıyordu. Bu sene ise takımın işleyen tek dişlisi Burak.


Dikkat edilirse takım sürekli geri ve yan pas yapıyor, hücum bölgesi sadece Burak'a kalmış durumda. Zokora ve Colman savunmadan top alıp oyunu kurmada yetersiz kalıyor, aynı yetersizliği rakip atakları karşılamada da gösteriyor bu ikili. Deniz gibi ağır bir adanın nerdeyse sahanın yarısını geçip, bütün Trabzonspor savunmasını ekarte edip kaleciyle karşı karşıya kalması ve golü atması gerçekten de futbol adına utanılacak bir durum, ve bu golü atarken de son pası Colman'la verkaç yaparak attı. Antalya'nın diğer golünün başlangıç pası da zaten Alanzinho'dan gelmişti. Alın size iki asisit ama yanlış kaleye. 


Şenol Hoca tabiki bu işleri bizden daha iyi bilmesi ve yorumlaması gereken kişi ve oyuncularını da bizden çok daha yakından tanıyor ama şurası bir gerçek ki bu oyun ve oyuncu düzeni ile devam ederse hem lig'de hem de Şampiyonlar Lig'inde hayal kırıklığına uğrar. Evet elimizdeki kadro yetersiz bir kadro ama kadroyla bu denli oynamak, takım olmaya çalışan oyuncuların aklını karıştırıyor. Eldeki şartlar altında bu takımın sağ beki Celutska, sol beki Cech'dir Giray'ın yanında savunma özellikleri olan Zokora sol stoper olarak denenmelidir. Orta saha Volkan, Colman, Aykut, Sapara ve Halil'den oluşmalıki hem direnç gösterebilsin hem de ayakta kalabilsin ve forvette de Burak olmalıdır. Duruma ve rakibe göre Adrian orta'nın solunda ya da forvet arkasında denenebilir, ama Alnzinho ve Serkan bu takıma el freni olmaktan öteye gidemez.


Şimdi önümüzde Gaziantep deplasmanı ve CSKA maçları var. Her ikisi de hızlı ve güçlü forvet ve kanat oyuncularına sahip. Bu akşamki gibi ne yaptığını bilmeyen, aldığı bütün topları rakibe veren, rakip atakları karşılayamayan bir orta saha bu maçların kaybedilmesine ve kara bulutların üzerimize çökmesine neden olur ve bunları engelleyebilecek tek kişi de Şenol Güneş'tir. Allah yardımcısı olsun.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu 

19 Ekim 2011 Çarşamba

Şampiyon, Ligi'ne Devam Ediyor !

Şampiyonlar Ligi B Grubu 3. haftası bu akşam oynanan maçlarla tamamlandı ve temsilcimiz Trabzonspor Moskova deplasmanında CSKA'ya 3-0 mağlup olarak haftayı 4 puan ve averaj dezavantajıyla 2. CSKA'nın ardından 3. sırada tamamladı. Genel resme bakmak gerekirse biri çıkıp kura çekiminden sonra bizlere 3. hafta sonunda 4 puanla 3. sırada olacağımızı söylese sanırım hiç birimiz itiraz etmezdik. Onun için karaları bağlayacak ve moral bozacak bir durum söz konusu değil. Hele bir de önümüzdeki maçın CSKA ile kendi sahamızda olacağını düşünürsek, Lille'yi ikinci maçta da yeneceğini düşündüğüm İnter'le 5. hafta Trabzon'da oynayacağımız maçın bu grup'ta lider olacak takımın belieleneceği maç olacağını şimdiden söyleyebilirim.Bu akşam beni üzen ve hayal kırıklığına uğratan nokta galip geldiğimiz İnter maçı dahil kazanmaya en yakın olduğumuz bir rakibe hem de farklı bir skorla mağlup olmamız oldu. 

Maçın genel değerlendirmesine geçmeden önce, daha önceki yazılarımı okuyanların da hatırlayacağı üzere Serkan ve Alanzinho'nun değil bu takımın ilk 11'inde, yedek kulübesinde bile yeri olmadığını düşündüğümü yinelemek isterim ve bu konuda Şenol Güneş gibi tecrübeli bir hocanın neden bu kadar ısrarcı olduğunu hala anlayabilmiş değilim. Bu konuyu şimdilik kısa keserek maça dönelim. Trabzonspor maça Şenol Hoca'nın kafasındaki en iyi 11'le başladı, Şenol Hoca'nın kafasındaki diyorun zira benim nacizane fikrim Serkan'ın ve Alanzinho'nun yerine Sapara ve Aykut'un ilk 11'de oyuna başlamaları yönündeydi. Trabzonspor maça rakibiyle başa baş mücadele ederek başladı karşılaşmanın ilk yarısı karşılıklı ataklarla geçti diyebiliriz. Takımın el frenleri Serkan ve Alanzinho'ya bu maçta maalesef takımın geneli de eşlik edince CSKA ilerleyen dakikalarda özellikle forvet oyuncularının üstün gayretiyle ağırlığını koydu ve ilk gol geldikten sonra da sazı tamamen eline alarak farklı sonuca ulaştı.


Bu mağlubiyetin kadro yetersizliği, eldeki yabancıların kalitesizliği, eksik ve sakat oyuncular  gibi mazeretleri de olmasına rağmen maç özelinde bakıldığında Şenol Hoca'nın yaptığı taktik hata da yadsınamaz bir gerçekti. Ne yapmıştı Şenol Hoca ve öğrencileri bundan önceki maçlarda? Topun arkasına geçerek, alan daraltarak, yani haddini bilerek oynamıştı ve yakaladığı sınırlı sayıda şansı iyi değerlendirerek ilk 2 haftayı lider kapatmıştı, ama bu maç öncesi savunması zayıf olan ve bence grubun en zayıf takımı olan CSKA Şenol Hoca'nın iştahını kabarttı ve hoca ilk iki maçın aksine açık ve baskılı ve önde oynamayı tercih etti. Hoca maalesef iki şeyi unuttu bunu yaparken. Birincisi bizim savunmamızda en az CSKA savunması kadar ağır ve hata yapan bir savunmaydı, ikincisi de orta sahamız topa ve oyuna bir türlü hükmedemiyordu. Manisa maçında canlı olarak, Samsun ve diğer maçlarda da televizyondan şahit olduğum bir olumsuz nokta da takımın tamamına yakının sürekli yan ve geri pas yaptığıydı, şikeli ligimizde bunu takımın laubaliliğine bağlamak mümkün olsa da bu akşamki durum biraz farklıydı. Bu akşam oyuncuların kendilerine olan güven eksiklikleri ve beceri eksiklikleri taktik hatalarla da birleşince yana ve geriye paslar kaçınılmaz oldu, durum böyle olunca da takım hiç hızlı hücuma kalkamadı desek abartmış olmayız sanırım.


Maç 1-0 CSKA'nın üstünlüğüyle giderken içimizde olan son umudu da Şenol Güneş her zamanki takıntısını gerçekleştirince kaybetmiş olduk ve rakip durumu 2-0'a getiren golü bulmuş oldu. Neydi Şenol Hoca'nın takıntısı? Tabiki ters ayaklı oyuncuları ters kanatta oynatmak. Adrian'ı sağ kanata alıp bütün etkinliğini ortadan kaldırdıktan sonra, Cech'i oyundan alıp Serkan'ı sağ beke, Celutska'yı sol beke çekince CSKA'nın golü geliverdi, hem de daha oyuncular yerlerine yerleşmeden. Hocam şunu anla artık, ters ayakla ters kanatlarda oynayabilmek çok önemli beceri ve futbol zekası gerektirir ve ne bu meziyetler senin oyuncularında var ne de senin böyle oynayabilecek bir oyun sistemin var. Bu takımın sağ beki Celutska, sol beki de Cech'dir, artık bunu kabullen ve bırak oyuncular oynadıkları yere ve takıma alışsınlar, yoksa bu tür maçlar çok seyrederiz. Nacizane ikinci tesbit ve teklifimde ağır ve tek hamleli olan stoperlerimizden Glovacki'nin Zokora ile değiştirilmesidir. Geride kalan haftalar gösterdiki Zokora kesinlikle bir selçuk değil, Jaja'da olmadığına göre orta saha top yapmakta ve hücüm-savunma arası köprü olmakta başarılı olamıyor. Orta saha Sapara ve Aykut'la daha dirençli daha üretken hale getirilebilinir. Bu konuda haklı olup olmadığım Zokora Afrika Kupası için milli takıma gittiğinde ortaya çıkacaktır ve belki ben de işlerin öyle dışardan sallamakla olmayacağını anlayacağım ama o zamana kadar ben haklı olduğuma inanmaya devam edeceğim.


Burak'ın cezasının bitmesi ve forvete geri dönmesiyle Trabzon'da oynayacağımız CSKA maçı daha farklı olacaktır ve tahminime göre galibiyetimizle sonuçlanacaktır. Bu durumda da takımımız büyük ihtimalle bir üst tura yükselecektir. Bu durumda görev en başında olduğu ya da olması gerektiği gibi yönetime düşecektir. Sürekli Şenol Hoca'nın sırtında bu işler yürümez. Sonuç itibari ile o da bir insan ve elinde sihirli değnek yok. Bu takıma devre arasında adam gibi bir sol stoper, bir orta saha ve bir de santrafor alın ama gözünüzü seveyim bu sefer hocayı dinleyin size şu 3. sınıf yabancıları çakan malum menejeri değil.


Son söz de şikecilerin CSKA destekçilerine gelsin, Romanya'lı teknik direktör Lucesku'nun da bir zamanlar dediği gibi  '' Köpekler İstedi Diye Atlar ÖLMEZ''


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu



17 Ekim 2011 Pazartesi

Doğuştan Şike'ciyiz !

Malumunuz üzere 3 Temmuz sabahı futbolumuzda patlak veren şike soruşturması artçı sarsıntılarıyla günümüzde de etkisini sürdürmekte. Şike yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa kimlerin yaptığı, verilmesi muhtemel cezaların ağır olup olmadığı, kanunun eksiklikleri yazılı ve görsel basında gerekli gereksiz, ilgili ilgisiz kişilerce tartışıldı ve hala da tartışılmaya devam ediyor.


Aslında hepimizin adımız gibi bildiğimiz üzere Türkiye'de şike de var, teşvik pirimi de. Zaten varlıkları da senelerdir televizyon ekranlarında eski ve yeni futbol adamları tarafından defalarca dile getirildi ama her defasında olay, yapılan şikelerin ve verilen teşviklerin ispatlanamayacak olduğu noktasında tıkandı. Tam da bu noktada futbol tarihmizde ilk defa emniyet güçlerinin ve savcıların uzun süren titiz ve fedakar çalışmaları sonucu şike ve teşvik pirimi delillendirildi ve sonucunda da hatırı sayılır sayıda kişi demir parmaklıklar ardına konuldu. İşte tam da bu noktada futbolun içinde bulunduğu çamurdan, bir umut, kurtulacağını zannedenler, gün geçtikçe yaşanan gelişmelerin ardından bu işin de ''TÜRK İŞİ'' halledilmeye çalışıldığını ibret ve hayretle izlemeye başladılar.



Önce alel acele bir federasyon oluşturuldu ve bugüne kadar sağlık grubu olarak hizmet veren bir şirket'in sahibi olan ve fenerbahçe bayan voleybol takımına verdiği destekle tanınan mehmet ali aydınlar oluşturulan bu federasyonun başına konduruldu. Konduruldu diyorum zira, benim kelime dağarcığımda bu duruma daha uygun bir kelime bulunmuyor. Bu zat, ilk verdiği beyanatla sanki bir umut saldıysa da gerçek futbolseverlerin gönlüne, sonradan yaptığı birbirinden çelişkili ve saçma açıklamalarla ciddiye alınmaya değer bir şahsiyet olmadığını, aksine o koltuğa kondurulmasının arkasında yapılanların bir hali yoluna koyulup örtbas edilmesi olduğu anlaşıldı. İçine düştüğü ve futbolumuzu içine düşürdüğü çıkmazı tek gören biz olmayınca, UEFA müfettiş gönderme ihtiyacı hissetti en sonunda. Baktılar ki, biz yine Türk İşi halletmeye çalışıyoruz olayları, adamlar o kadar da uzun boylu değil efendiler, siz  Muz Cumhuriyet'i olabilirsiniz ama biz burada eşek başı değiliz dediler, gerçi bizim federasyonun başı oldukaları gerçeği var ama neyse bu konuyu uzatmayalım. Sonunda kendisi de eski bir savcı olan Pierre Cornu, UEFA'nın talimatıyla İstanbul'un yolunu tuttu ve savgı Berk'le 1 saati bulmayan görüşmesi sonunda haftalarca varılamayan kanıya ulaşarak fenerbahçe'nin şampiyonlar ligi'nden ihraç edilip yerine Trabzonspor'un alınmasını öngören raporunu UEFA'ya sundu ve biz yine kendi göbeğimizi kesememiş olduk.



Ancak bu bizim namus timsali, dürüst, her seferinde yaptıkları fedakarlıkları ballandıra ballandıra anlatan kulüp başkaları ve yöneticilerini yollarından alı koyamadı. Önce her fırsatta üç büyük  ( lafın gelişi bu tabir kullanılmıştır, kim oldukları anlaşılsın diye) takıma sallayan küçük takımların küçücük başkanları atıldı ortaya. 'fb'siz lig düşünülemez', 'ligimiz'in marka değerini düşünmeliyiz',' kanunlar çok ağır oldu' nidalarıyla açıklama üstüne açıklama yaptılar, hatta hiç utanmadan, sıkılmadan levent bıçakçı'ya yumoş'la yumuşatılmış, pamuk gibi yapılmış yeni bir kanun teklifi hazırlatıldı ve hükümet'in kapısı çalındı, ama işler istedikleri gibi gitmedi ve bu teklif hükümez tarafından pek hoş karşılanmadı. Bu noktada başkanlar tam da beklediğim üzere 180 derecelik bir kıvraklıkla biz imzamızı geri alıyoruz demeye başladılar. Malum AKP hükümeti'yle ters düşmek kimsenin cesareyt edebileceği bir durum değil günümüzde. Bu günlerde TRT'nin ortaya çıkardığı bir belge ise tamamen şok etkisi yarattı herkeste. Bu olayların asıl mağduru olan Trabzonspor kulübü'nün başkanı da yasanın yumuşatılmasını öngören tasarıya imza atmıştı, hem de defalarca böyle bir imzanın olmadığını söylemesine rağmen. Bu konuda ithamlarda bulunmadan önce kendisinin yapacak olduğunu umduğum açıklamayı beklemeyi uygun görüyorum bu aşamada.



İçinde bulunulan durumun asıl vahim olan yanı  ise olayın birinci dereceden mağdurları, yani taraftarların, her olayda olduğu gibi bu olayda da tamamen  taraf olarak olaylara yaklaşması ve bir kısmın vurun abalıya deyip curcuna kopmasını beklediği yerde, bir kısmın da kayıtsız şartsız zanlıları destekliyor olmaları ve bunu yaparken de, devleti, hükümeti, emniyeti, savcıları, hakimleri hatta ve hatta elin Fransız'ını ve UEFA'yı bile suçladığını görmek insana gerçekten de acı veriyor.



İçeride olanların kayıtsız şartsız savunucuları arasında bulunan bir başka grup ta, asıl görevi halkı her konuda doğru ve tarafsız bilgilendirmek olan gazeteci ve televizyoncular. Bunlar toplumu yönlendirmesi ve aydınlatması gereken kesim olarak bulunmaları beklenirken , zanlıların avukatlığını yapan kişiler olarak belki de bulundukları konumların diyetini ödemekteler. Bunun bir de bayraktarlığını yapan bir odak olması gerekirdi tabiki, ve bu odak ta, Şenol Güneş'in bir basın toplantısında kaybettiğini söylediği Hürriyet'iydi. Bu kurum ve çalışanları suçu ve suçluyu koruyup, mağdura saldırma yoluna gidince, kafamdaki medya imajı da tam anlamıyla yerine oturmuş oldu. Sanırım bunu daha fazla açmama gerek yok, zira azıcık aklı olan ne demek istediğimi anlamıştır.


Gelişen bütün bu olaylar çerçevesinde sonuca varmaya, en azından bir kanaat sahibi olmaya çok az kaldı. Zira savcılığın açıklaması beklenen iddaname 2 haftadan az bir sürede mahkemeye sunulacak ve dananın kuyruğu da kopmuş olacak. Eminim iddaname açıklandıktan sonra bile uşaklıklarını yaptıkları kişikleri savunan hatta bu uğurda kendini yırtanlar da olacaktır, ama gerçek futbolsever eğri ile doğruyu görüp kendi kararını vererecek. Halk olarak her zaman kul hakkı yememekten, hırsızlık yapmamaktan ve bunların yapılacak en büyük haksızlık ve alçaklık olduğundan bahsederiz. Bunların ne Türk'lüğe ne de Müslüman'lığa yakıştığını ve bağdaştığını söyleriz. Bakalım gerçekten de söylediklerimizin arkasında mıyız?

Kısa süre sonra iddaname açıklandığında kim hırsız, kim alçak ortaya çıktığında, hep birlikte onların yüzüne tükürebilirsek, hala umut var demektir, aksi takdirde elin Fransız'ın hepimizin yüzüne tükürmesine ses çıkaramayız.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu

Futbol nereye gidiyor?

Her ne kadar başlığı futbol nereye gidiyor olarak seçmiş olsam da futbolun aslında gidecek yerinin kalmadığını ve uçurumun kenarına geldiğini düşünenlerdenim. Belki de bunu düşünen tek kişiyim. Bana karşı çıkmadan ya da hak vermeden önce isterseniz futbolun genel yapısına ve bugün gelmiş olduğu konuma bir göz atalım.

Sizin de bildiğiniz gibi futbol dünya üzerinde en çok oynanan, en çok yorumlanan ve en çok takip edilen spor dalıdır. Bunun nedenlerini sosyolojik, kültürel, ekonomik olarak incelemek de mümkün, ancak biz olayın basite indirgenmiş tarafına bakalım. Yani futbolun herkes tarafından rahatlıkla her alanda oynanabiliyor olmasına. Diğer sporların yapılabileceği alanlar, aletler değişiklik gösterse de futbol tek başına bile oynanabilen, hatta futbolun ana unsuru olan topa ve kaleye bile zaman zaman ihtiyaç duyulmadan bir gazoz kapağıyla tek başına sağa sola koşturarak bile oynanabilen bir spor. İşte, tam da bu nedenle futbol, herkesin üzerinde hakkı olduğu ve kendini uzman hissettiği bir alan.

Ama maalesef futbol özellikle şampiyonlar ligi kurulduktan sonra bir spor olmaktan çıkıp, tamamen bir endüstri haline gelmiştir. Hem de üzerindeki ilgiyi zirve noktasına çıkararak. Milyarlarca doların döndüğü futbol dünyası artık amatör ruhunu kaybetmiş ve tamamen bir ticarethane mantığı ile yönetilir ve oynanır olmuştur. Taraftar kulübü tarafından müşteri olarak görülmeye, futbolcular ve teknik ekipler ise birer işçi, alınıp satılan bir mal olarak görülmeye başlanmıştır. Çoğu zaman da çok fahiş fiyatlarla el değiştirmiştir bu unsurlar, hem de müşterilerin yani biz futbol severlerin ceplerinden çıkan paralarla.

Bununla da sınırlı kalmıyor paranın futbola hükmetmesi. Avrupa'nın sayılı kulüleri, aslında bu sporu hiç de önemsemeyen hatta bu oyun hakkında herhangi bir fikri olmayan Arap Şeyhleri, ünlü zenginler ve uluslararası şirketler tarafından satın alınıp kar amaçlı birer şirket haline dönüştürüldü günümüzde. Bu takımların bazılarında taraftarlarla bu kişiler arasında restleşmeye giden idare ediliş tarzları, Manchester United kulübünde taraftarın oluşturduğu birliğin takımı satın almak istemesi boyutuna kadar geldi.

Gelinen bu süreçte paranın gücünü arkasına alıp pazarlamasını, reklamını, planlamasını iyi yapan kulüpler ile diğer kulüpler arasındaki güç dengesi iyice açıldığından eskiden sadece bizim ligimize özgü olarak gördüğümüz sadece belli takımların şampiyon olabileceği ligler çoğalmış şampiyonluk ve kupalar belli takımların tekeline girmiştir. İspanya'da Barcelona, Real Madrid, İngiltere'de Manchester United, Chelsea en çarpıcı örneklerdir. Her ne kadar medya bu takımları ve ligleri allayıp pullayıp sunsa da aslında açılan güç dengesi futbolun doğasında olan rekabet ve mücadele olgularını öldürmüştür. Sonu belli olan ligleri seyreder hale gelmiştir artık insanlar.
 
 
Futbolun kaybolan cazibesini geri getirmenin tek yolu vardır. O da halen NBA'de uygulanan sistemin bir benzerinin futbola uygulanması. Yani her takımın eşit  ya da birbirine yakın bütçesinin olması ve oyunculara ödenen ücretlerin de toplam da aynı ya da yakın miktarda olması. Bu güçlü ve zengin olanın bütün iyi oyuncuları toplamasını önleyecektir, ve rekabeti arttırıp eşit mücadeleyi sağlayacaktır. Bu durumda belki de hiçbir zaman bir Barcelona seyretme imkanımız olmayacaktır, ama onlarca Arsenal, Valencia, Porto, Lyon doğacaktır. Her takımı yenip lig ve Avrupa kupalarına ambargo koyan takımlardansa dengeli, mücadeleci, birbirine yakın takımlar izlemek oyunun kalite bütünlüğü açısından daha fazla keyif verecektir izleyenlere. Asla elde edemeyeceği kupaların hep aynı ellerde yükselmesini izlemek yerine, o kupaları kaldırmak için umutla mücadele edecektir takımlar. Taraftarların ilgisi de sevgisi de daha fazla olacaktır bu mücadeleye. Tüm Avrupa'da oluşturulacak kriterlerle belirlenecek futbolcu maaşları da oyuncuların ilk fırsatta yetiştiği kulübü ve ülkeyi terk edip kapağı zengin ve güçlü olan kulüplere atma isteklerini de ihtimallerini de ortadan kaldıracaktır.

Ne dersiniz, futbolun sloganı haline gelen 'fair play' yani adil oyun böylece sağlanmış olmaz mı?


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

15 Ekim 2011 Cumartesi

Ankara'nın gücüne gitmesin!

Tanışma yazımda belirttiğim gibi olaylara bordo mavi pencereden bakıp yorumlayacağım çoğu zaman ama bazen de kitabı tersinden okumak lazım. Dünkü Trabzonspor'dan puan alamıyorsan, hatta bu kadar pasif kalıyorsan gücününe gitmesin ama bu lig sana bir gömlek büyük Ankaragücü.

Karşılaşma bundan önceki haftalarda olduğu gibi Trabzonspor'un sancılı futboluyla başladı. Oturmuş kadronun bozulması ve Egemen, Selçuk ve Jaja'nın elde tutulamamış olması malumunuz üzere Şenol Güneş'i fazlasıyla sinirlendirmiş, hoca düzenlediği basın toplantılarında yönetime olan öfkesini ve kırgınlığını defalarca belirtmişti, ama Şenol Hoca artık bu olayı geride bırakmalı ve elindeki kadroyla yapabileceklerine bakmalı.

Hocanın yapması gereken ilk iş oyuncuları ters kanatlarda oynatma sevdasından vazgeçmesi, zira Celutska ve Volkan solda, Adrian da sağda verimsiz oluyorlar. Birbirlerine, hatta yaşadıkları şehre bile henüz alışamamış olan bu oyuncular bir de ters ayaklı oynamaya alışmakta zorluk çekiyorlar. Ters ayakla ters kanatta  oynayabilmek ender oyuncuların becebileceği bir durumdur.


Trabzonspor'un aksak oyununun bir diğer sebebi de orta sahasının geçen seneki görüntüsünden uzak olmasıdır. Geçen sene gerek Selçuk'un savunmaya yaklaşıp aldığı toplarla oyun kurması, gerekse Egemen'in topu oyuna sokma becerisi oyun akışını daha sağlıklı yapmasını sağlıyordu bordo mavililerin. Bu sene ise durum farklı. Selçuk'un geçen seneki görevini Colman üstlenmiş durumda, Colman'ın geçen seneki görevi de bu sene Zokora'da. Her ikisi de görevlerini eksik yaptığı için savunma uzun toplar oynamak zorunda kalıyor ve pivot santraforu olmayan takım ileriye şişirilen bu topları alamayınca atılan toplar rakip ataklarına dönüşüyor. Şenol hoca'nın bu konuda Colman ve Zokora'yı uyarması ve topu oyuna sokarken savunmaya yardımcı olmalarını istemesi lazım.

Şu an takımın iki adet el freni var, biri sürekli ilk 11'de oynayan Serkan Balcı, diğeri ara sıra şans bulan Alanzinho. Serkan aldığı her topu geri oynayarak ve adamalarını sürekli arkaya kaçırarak sürekli hata yapmasına rağmen sürekli 11'de ve takıma zarar veriyor. Alanzinho ise aldığı bütün topları rakibe vererek takımın çıkarken yakalanmasına ve tehlikeli pozisyonlar vermesine sebep oluyor. Bu şartlar altında Trabzonspor'dan daha akıcı ve baskılı bir oyun oynamasını beklemek hayalcilik olur.

Bunların yanında takımın olumlu yaptığı şeyler de var tabiki, 2 kere geriye düşmesine rağmen oyundan kopmayıp önce beraberliği sonra da galibiyeti yakalamaları, her türlü olumsuzluğa rağmen rakibinden çok daha fazla pozisyona girmiş olması, Tolga ve Burak'ın üstün performansları takımın olumlu yanları. Takım kadrosu oturduğunda daha zevkli maçlar izlemeyi ümit ederken son sözü de maçın hakemine ayıralım. Tolga Özkalfa sanırım irdelenmesinden endişe etmiş olacak ki Burak'a yapılan bariz penaltıyı vermekten çekindi. Ne diyelim kendisine KOCAMAN tebriklerini gönderir artık birileri.

Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

Merhaba

Sevgili dostlar,
Bundan böyle spor, futbol ve özellikle de Trabzonspor ile ilgili duygu ve düşüncelerimi sizlerle buradan paylaşacağım. Zaman zaman spor dışına da çıkabilir, sanat, siyaset ve dünya meseleleri hakkında da yorumlar yapabilirim. Her ne kadar tarafsız yorumlar yapmaya çalışacak olsam da, Trabzonspor'lu olduğumdan olaylara genelde bordo mavi pencereden bakacağım ve öyle yorumlayacağım.

Söz uçar, yazı kalır demiş atalarımız. O zaman benim de düşüncelerimi yazıya dökme zamanım geldi ve tarihe kendi dünyamdan not düşmeye başlıyorum.

Vatana ve millete hayırlı olsun.

Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu