4 Aralık 2011 Pazar

İddianame, Trabzonspor ve Nasrettin Hoca.

3 Temmuz’da patlak veren şike skandalının ardından tam 5 ay geçmişti ki, merakla beklediğimiz iddianame dün genel hatlarıyla açıklandı. Böylece, aylardır yapılan yanlı yansız bütün yorumlar da bir yerde son bulmuş herkesin kafasında bundan sonra yaşanacak olan süreç hakkında belli bir düşünce oluşmuş oldu. Olayların karşı cephesini oluşturan ve şampiyonluğumuzu çalanların içinde bulundukları topluluk hak ettikleri üzere ağır ithamlarla ve uzun sürecek hapis cezalarıyla karşı karşıyalar. Bu noktada Yüce Türk Yargısına ve hak ettikleri cezaları kendilerine vereceklerine olan inancımız tamdır.


Öte yandan aylardır tutuklu bulunan başkan ve yöneticilerini iştahla ve yüzsüzce savunanların aksine ben dahil bir çok Trabzonsporlu iddianamede adımızın kıyısından, köşesinden geçmesine sebep olan başkanımıza ve asbaşkanımıza şüphe ile yaklaşıp gerekirse istifa edip, aklandıktan sonra gelmelerini istedik. Bu aslında onlara olan güvensizliğimizden değil, Trabzonspor’a olan aşırı sevgimizden kaynaklanıyordu. Biz Trabzonspor’umuzu o kadar kutsal ve mahrem bir yerde tutuyoruz ki, ona en ufak bir leke sürebilecek, söz getirebilecek kim olursa olsun tahammül edemiyoruz. Sanırım bunda Trabzonspor’un bizim için aslında sadece bir futbol takımı ya da spor kulübü olmamasının etkisi büyük. Trabzonspor bizim benliğimizin bir parçası  ve biz onu kalbimizle değil ruhumuzla seviyoruz, çünkü biliyoruz ki kalbimizin durduğu gün bile ruhumuz Trabzonspor’u sevmeye devam edecek.


İddianame’nin bizi ilgilendiren kısmına dönecek olursak, başkanımız Sadri Şener ve asbaşkanımız Nevzat Şakar teşvike teşebbüs etmeye teşebbüs etmek suçuyla itham edilmişler. Bunu tekrar tekrar düşününce aklıma birden Nasrettin Hoca’nın bir hikayesi geldi. Hocayı eve elinde tavşanla girerken gören komşusu akşam yemeğine misafir olarak kendini davet ettirmiş. Afiyetle yenen tavşanlı yemekleri de ballandıra ballandıra anlatmış başka bir komşusuna Hoca’nın. O komşu da kendisini zorla davet ettirmiş bir sonraki akşam yemeğine. Bu sefer azalan tavşan etiyle bir pilav yapılmış. Bu da yeterince makbule geçmiş ve bir sonraki akşamda pilav çorbasına dönüşmüş misafir edilen başka komşu için. Artık elde tavşan etinden eser kalmayınca da en son akşam yemeğe gelen bir başka komşuya da bir tas su ikram etmiş Hoca. Komşu aman Hocam bu bildiğimiz su deyince de, Hoca hemen cevap vermiş: ‘Olur mu komşum, bu da tavşanın suyunun suyu’.


Şimdi sayın savcının elinde şikeciler, teşvikçiler, çete liderleri,çete elemanları, satın alınanlar derken bizim payımıza da teşvike teşebbüs etmeye teşebbüs etme kalmış gibi görünüyor. Bu ithamın sadece bildiğimiz su olduğunu söylemek de sanırım mahkemelere düşecek.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder