Şike skandalının patlak verdiği 3 Temmuz gününden bu yana futbolun içindeki insanların ve temsil ettikleri kurumların özünde kendi menfaatlerini korumaya dayanan değişken tavırlarına ve tepkilerine şahit olduk. Bu tavır ve tepkiler çoğu zaman genel toplum ahlakıyla bağdaşmayan hatta ve hatta taban tabana zıt olan davranışlar şeklinde oldu. Taraftar özelinde bu gibi kaypak davranışların belli oranda kabul edilebileceği düşünülse bile futbolun temel dinamikleri olan kurumların ve bunları yönetenlerin konum ve sorumluluklarını hiçe sayarak suçluyu koruma yarışına girmiş olmaları en basit tabiri ile sorumsuzluktur.
Her ne kadar korumaya çalıştıkları değerin Türk Futbolu ve kulüpleri olduğunu iddia etseler de asıl amaçlarının ellerinde bulundurdukları gücü ve rantı kaybetmemek olduğu yaşanan süreçte sergilemiş oldukları tavır ve vermiş oldukları beyanatlardan açıkça anlaşılmaktadır. Türkiye’deki insanların ülkenin cumhurbaşkanını, başbakanını, bakanını tanımadığı bir ortamda en basit yöneticinin bile herkes tarafından tanınıyor olmasının, onların ticari, siyasi ve sosyal ilişkilerine olan katkılarının ellerinden gidecek olmasıdır asıl çekindikleri. Yoksa uğruna çete kurup yöneterek şike yapan ve bu yolda hapse düşen şahsın kendi kulübüne SİNKAFLI giydirmeleri başka türlü izah edilemez. İşte bu yüzden Türk Futbolu’nu umursamadan art arda tarihi hatalar yapmışlar ve futbolu bitirme noktasına gelmişlerdir. Bu noktada farkında olmadıkları ve belki de gözden kaçırdıkları bir nokta UEFA’nın Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde durduğu ve sanılanın aksine anlatılan masalları yutmadığıdır. UEFA zamanı gelince gerekli müdahaleleri yapıp gerekli cezaların verilmesini sağlayacaktır, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bu noktada Türkiye’deki yetkili kurum, kişi ve kuruluşlara zerre kadar güveni olmayan bizler de aslında UEFA’nın yapacağı bu yaptırımları dört gözle ve sabırsızlıkla beklemekteyiz.
Son ayların en sık duyulan terimi olan ‘Marka Değeri’ aslında koca bir balondan başka bir şey değildir. Marka değerinin olabilmesi için önce elinizde bir marka olması gerekmektedir. Türkiye hariç hiçbir ülkede seyredilmeyen bir ligin de marka olduğunu iddia etmek en basit tabiri ile saflıktır. 3 Temmuz tarihinden bu yana elindeki gücü ve paylaştıkları rantı kaybetmekten korkan ve bunun olmaması için her türlü yolu deneyen kulüpler ve onların tetikçilerinin de sığındığı en büyük limandır ‘Marka Değeri’. Şayet fb düşerse ligin değerinin azalacağını ve kulüplerin maddi çıkmaza gireceğini savunup, insanların parayı ahlaka ve erdeme tercih etmek zorunda oldukları izlenimi yaratarak yaptıkları hukuk dışılığı meşru göstermeye uğraşmaktadırlar.
Sözüm ona fb düşerse digitürk para ödemez, ihale bozulur ve kulüplerin gelirleri azalırmış. Öncelikle digitürk’ün imzalamış olduğu bir sözleşme ve yerine getirmek zorunda olduğu yükümlülükler var ve bu öyle keyfi alınabilecek bir karar değil. Varsayalım bu yönde bir gelişme oldu ve yayın ihalesi bozuldu ve diyelim bu günkü meblağın yarısına alıcı buldu. Bu durumda kulüp başkanlarının yarattığı korku senaryosunun gerçeğe dönüşeceğini yani kulüplerin maddi çıkmaza girip ellerindeki DÜNYA ÇAPINDAKİ YILDIZLARIN paralarını ödeyemeyeceğine inanmamızı beklemek de en basit tabiri ile saflıktır. Avrupa’nın herhangi bir liginde Türkiye’de aldıkları paraların bırakın yarısına dörtte birine bile imza atamayacak gerek yerli gerekse yabancı bu dünya yıldızlarının ülkemizde bu paralara oynuyor olmaları da ayrıca çok manidardır. Arada oluşan uçurumun da gerçekten bu futbolcuların cebine girip girmediği ise tam bir muammadır. Hem gerçekten de bu paraları alıyor olsalar ve kazandıkları paralar yarıya hatta üçte bire, dörtte bire bile düşecek olsa ne fark eder ki, herhangi bir futbolcu 1.5 – 2 milyon avro alırken 400-500 bin avro almaya başlarsa isyan edip futbolu mu bırakacak sanki? Ben bu paralara top oynamam deyip bakkal dükkanı falan mı açacak? Ya da memurluk sınavlarına falan mı girecek? Bana göre dünya üzerinde yaptığı işin kalitesine oranla kazandığı parayı en az hak eden kişiler Türkiye’deki futbolcular ve futbolun içindeki kişi ve kurumlardır. İşte aylardır bağıran çağıranların da asıl derdi buradadır. Ellerindeki saltanatın, sefanın kaybolmasını istememektedirler ve ne yazık ki ne tuttukları takım ne de Türk Futbolu gerçekten umurlarındadır.
Bu lig fb düşse de düşmese de oynanacaktır. İddia edilenin aksine de zaten olmayan kalitesi ve değeri de düşmeyecektir. Elimize futbolumuzun içinde bulunduğu pislikten kurtulmak gibi bir fırsat geçmiştir ve bunu kendi başımıza yapar ve gerekli kararları alabilirsek yeni bir başlangıç yapıp TEMİZ FUTBOL seyretme imkanımız olacaktır. Aksi takdirde bunu bizim yerimize UEFA yapar ve gerek uluslar arası alanlarda alacağımız cezalarla gerekse zaten olmayan itibarımızın iyice kötüye gitmesiyle içinde olduğumuz pislikte debelenmeye ve TÜRKİYE ŞİKE TİYATROSU'nu seyretmeye devam ederiz.
Biz Trabzonsporlular olarak seçimimizi BORDO_MAVİ renklere gönül vererek çoktan yaptık. Şimdi sıra diğer takım taraftarlarında ve bizi yönetenlerde. Ya yanımızda yer alırsınız, ya karşımızda. Bunu yaparken korumaya çalıştığınızın HANGİ MARKA DEĞERİ olduğunu iyi düşünün. Kararınız ne yönde olursa olsun PARAYLA YAPILAMAYANI EMEKLE YAPMANIN marka değerini seçen bizlerin hiçbir zaman sizinle aynı PİSLİĞİN içinde olmayacağımıza emin olabilirsiniz.
Saygı ve sevgilerimle,
Ender Kuyumcu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder