30 Mart 2012 Cuma

Elmalarla Armutlar


Dünyanın bütün demokratik ülkelerinde suçluları cezalandırmaya yönelik uygulanan kanun ve kurallar bizim ülkemizde suçlu olduğu açık da olsa güçlü olanı korumaya ve kollamaya yönelik uygulamalarla devam ediyor. Bunu yaparken de elmalarla armutlar sık sık karıştırılıyor.

Geride kalan dokuz aya yakın kaos sürecini sona erdirmesi beklenen ve bunu yapacak gerekli siyasi gücü de elinde bulunduran başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son on gündür yaptığı yorum ve hamleler beni bir yurttaş olarak büyük hayâl kırıklığına uğrattı.

İlk olarak UEFA başkanı Michel Platini ile görüşen ve sonrasında UEFA genel kurulunda konuşan sayın başbakanın kişilerle kulüpler ayrılsın isteği önce Infantino sonra da Platini tarafından UEFA kanunlarına aykırı olduğu için kabul görmedi ve bir kez daha elmalarla armutları karıştırmamamız istendi elinizde yeterli delil var denilerek.

Şimdi sayın başbakana sormak istiyorum;
  • Şike olaylarını kişiler yapmış olsa da, bunun sonucunda elde edilen kupa kişilere mi yoksa mensubu oldukları kulüplere mi verilmiştir?
  • Sizin ayrılsın dediğiniz kulüp ve kişiler 3 Temmuz gününden bu yana birbirlerinden ayrılmış mıdır?
  • Daha üç gün önce kazanılan Avrupa şampiyonluk kupası bayan voleybolcular tarafından mahkeme salonuna Aziz Yıldırım’a götürülmek istenmemiş midir?
  • Bu kulübün sporcuları, taraftarları, yöneticileri her türlü beyanlarında Aziz Yıldırım ve diğer tutukluları savunup statlarda maskeleriyle ve üzerine resimlerinin basılı olduğu t-shirtlerle dolaşmamış mıdır?

Bununla da yetinmeyip bugün gerekirse beş sene Avrupa’ya hiçbir takımız gitmesin kendi aralarında oynasınlar deyip üstüne üstlük örnek olarak da İngiltere’yi ve Margaret Thatcher’i göstermeniz sözün bittiği yerdir sayın başbakan.

Gelin isterseniz elmalarla armutları biz ayıralım. Margaret Thatcher suçun ve suçluların cezalandırılması için İngiliz takımlarına ceza verilmesini destekledi, hatta 3 sene olarak düşünülen cezanın beş seneye çıkarılmasını sağladı ve dedi ki, ‘ Biz uluslararası arenada tekrar boy göstermeden önce futbolumuzu bu holiganizm’den temizlemeliyiz’ ve aynen öyle de yaptı. Onun için bugün bizim statlarımızda her türlü şiddet eksik olmazken onların statlarında medeni bir şekilde maçlar seyrediliyor.

Ek olarak da sayın başbakana şunları sormak isterim;
  • Bir kişinin yaptığı bütün camiayı bağlamamalı ve cezasını bütün camia çekmemeli diyorsanız, bir kulübün yaptığının cezasını bütün kulüp takımlarının ve milli takımların çekmesi adil midir?
  • Hukuk Profesörlerinin oluşturduğu Etik Kurul tarafından iki kere aklanmasına rağmen diğer kulüpleri de Fenerbahçe ile aynı kefeye koyup suçluymuş gibi göstermek adil midir?
  • Sizin belirttiğiniz gibi sekiz takım suçlu olsa bile kanun koyucuların ve uygulayıcılarının görevi bir suç varsa cezasını mı vermektir, yoksa olayı ört bas mı etmektir?
  • Geçen sene alın terleri ile kazandıkları şampiyonlukları ellerinden çeşitli oyunlarla alındığı delillerle kanıtlanmış olan Trabzonspor camiasının emeklerinin gasp edilmesi adil midir?
  • UEFA yetkililerinin bir bakışta gördüğünü görmemek için gözlerimizi bağlasak bile vicdanlarımızın sesini duymamak mümkün olacak mıdır?
  • Son olarak; Türk insanının hak ettiği adaleti Avrupa’nın kurum ve kuruluşları yerine kendi devletinden beklemek hakkı değil midir?


Saygı ve sevgilerimle,

25 Mart 2012 Pazar

Bu Kadroyla Bu Kadar

Maç öncesi rakip yarı alanda baskı kurması ve iyi pas yapması beklenen taraf Galatasaray’dı, fakat baskın basanındır diyen bordo mavililer, ilk yarıda rakibi kendi silahıyla etkisiz hale getirdi.  Orta sahayı kontrol etmenin maçı kazanmanın anahtarı olduğunu bilen Şenol Güneş beş oyuncusuyla zenginleştirdiği bu bölgede Colman ve Zokora’nın etkili oyunu sayesinde ilk kırk beş dakikalık bölümde istediğini almış oldu.

Volkan ve Olcan’ın maç içerisinde Colman ve  Zokora ikilisine ayak uyduramaması, gol bölgelerinde Burak’la olan uyumsuzlukları ve son noktalarda yaptıkları yanlış tercihler ilk yarıda farkın artmasını engelleyen unsurlardı.

Karşılaşmanın ikinci yarısında alan daraltarak kendi yarı sahalarında kaptıkları toplarla çabuk hücuma çıkmayı hedefleyen bordo mavililer bu sayece birçok gol fırsatı yakaladı. Son vuruş eksiklikleri, birlikte düşünüp hareket edememeleri maçtaki üstünlüklerinin artmasını da engelledi.

Oyunun ilerleyen bölümlerinde Zokora ve Colman’ın etkinlikleri azalınca orta saha üstünlüğünü ele geçiren sarı kırmızılılar çok etkin olmasalar da tehlikeli pozisyonlar ürettiler. Hücumda etkisiz olan Olcan ve Volkan’ın savunmada da adam kovalamaları ve Serkan’la Celutska’ya yardım etmemeleri hem bu oyuncuları zor durumda bıraktı hem de penaltı pozisyonunun yaşanmasına sebep oldu. Ters ayakla ters kanatta oynamak zorunda kalan Celutska adamını kaçırınca kademesine giren Alanzinho’nun eline gelen topta kazanılan penaltı atışı gol olunca maçın sonucu da ortaya çıkmış oldu. Sarı kartı bulunan Galatasaray’lı oyuncuların yaptığı kasıtlı faullere ikinci sarı kartı veremeyen Cüneyt Çakır’ın bu pozisyondaki cesareti ve kararlılığı da takdire şayandı.

Karşılaşmanın son bölümlerinde oyuna dahil olan Adrian ve Henrique’nin ne yaptığını bilmeyen halleri kendilerine verilen toplam on milyon avro bonservis ücretinin acısını yüreğimin ta derinlerinde hissetmeme sebep oldu bir kez daha. Bu iki oyuncunun alınması yönünde rapor verenlerin bu sene yapılacak olan transferlere karışmayacağını umut ederek bu konuya şimdilik noktayı koyuyorum.

Sonuç olarak Trabzonspor kazanmaya çok yakın olduğu karşılaşmadan eldeki imkânların kısıtlı olması sebebiyle beraberlikle ayrılmak zorunda kaldı. Galatasaray karşısında puan farkını on dörde indirme şansını yaptığı basit hatalar sonucu elinden kaçıran Şenol Güneş ve öğrencileri zaten zayıf olan şampiyonluk şansını da mucizelere bırakarak play-off grubunun yolunu tuttu ve bu kadroyla bu kadar dedirtti.

Saygı ve sevgilerimle,

24 Mart 2012 Cumartesi

Adalet Zengin bir Hazinedir...

UEFA Genel Sekreteri Gianni Infantino ve başkanı Michel Platini’nin yaptığı son açıklamalar malumun ilanı niteliğindeydi. Her ikisi de üstüne basa basa UEFA ve FIFA’nın sloganı haline gelen ve talimatnamelerinde yer alan bir maddeye vurgu yapıyordu : ‘Zero Tolerans to Match-Fixing’, yani ‘Şikeye Sıfır Hoşgörü’.

Kendisine inanmaya hazır kitleleri popülizm yaparak sekiz aydır oyalayan kahraman Türk basını önce Infantino’nun karşısına çıktı. Hırsızı savunma adına kilit soru geldi beklendiği üzere; ‘ Madem sıfır tolerans var neden Şampiyonlar Ligi’ne dosyada adı geçen Trabzonspor’u alıyorsunuz? ’. Cevap adamların bizi bizden daha iyi tanıdığını ispatlar nitelikteydi; ‘ Türkiye’de birçok olay gazetelerde başlıyor gazetelerde bitiyor’. Bir bakıma İnfantino İstanbul medyasında sürecin başından beri Trabzon aleyhine yürütülen kampanyanın kendileri için bir anlam ifade etmediğini dile getiriyordu. Bu süreçle ilgili olarak yapılması gerekenleri anlamamakta ısrar edenler için anlatmaya devam etti: ‘ Türkiye Futbol Federasyonu’nun elinde konuyla ilgili yeterince belge ve bilgi var, bu karar mahkemeler beklenmeden biran önce alınmalıdır. Alınan bu karara göre biz de nihai kararımızı veririz’. Son noktayı da koymayı ihmal etmiyordu Infantino; ‘ 58. Madde federasyonların değil UEFA ve FIFA’nın maddesidir ve uygulanmak zorundadır ’.

Infantino’nun mesajları tam olarak algılanamamış olacak ki, UEFA genel kurulunda Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Avrupalının tam da bizi görmek istediği Şark zihniyeti içinde  ‘ Şike yapanlarla kulüpler ayrılsın, kişilerin yaptığının cezasını kurumlar çekmesin’ dedi. Bunu yaparken de partisinin başında bulunan Adalet kelimesinin aslında herkes için değil güçlüler için konulmuş olduğunu tescil etmiş oldu.

Başta sayın başbakan olmak üzere ilgili resmi kurumların sağlayamadığı adaleti elin Fransız’ından bekleyen milyonlarca mağdur Trabzonsporlunun yüreğini ferahlatan sözler ise yine o beklenen kişiden geldi ;  ‘ Belki söylediklerinize katılabilirim sayın başbakan ama futbol UEFA ve FIFA’nın kanunlarıyla yönetiliyor ve bu konuda da bu kanunlar uygulanacaktır ’.

Süreç boyunca çok sevdiği Fenerbahçe camiasının haklarını korumaya odaklanan sayın başbakana son olarak Şenol Güneş hocamızın çok güzel sözlerinden birini hatırlatmak isterim : ‘ Adalet zengin bir hazinedir, günü gelince herkese lazım olur ’. Tıpkı okuduğunuz basit bir şiir sonucu demir parmaklıklar arkasına gönderildiğinizde size lazım olduğu gibi…

Saygı ve sevgilerimle,






21 Mart 2012 Çarşamba

Uzayan İşkence

Oyunun mutlak hakimi olduğunuz bir yarıda hem de hiç pozisyon vermeden soyunma odasına mağlup gidiyorsanız söyleyecek fazla söz de kalmıyor demektir. Rakip neredeyse futbol adına hiçbir varlık göstermiyor, topun kontrolünü tamamen size bırakıyor, kerhen savunma yapıyor ve hücumu aklından bile geçirmiyor fakat siz bir şekilde ne yapıp ne edip golü kalenizde görüyorsunuz.

Burak’ın olmadığı yarıda Alanzinho ve Volkan’ın sorumluluk alması golü getirecek pozisyonlar üretmeye yeterli olduysa da gerek Halil’in yetersizliği gerekse Olcan’ın ağrılarının da payı olduğunu düşündüğüm etkisiz oyunu buna engel oldu. Süleyman Abay’ın atladığı üç sarı kart ve Antalyalı futbolcudan gelen topa verdiği ofsayt kararı Trabzonsporlu oyuncuların gol bulamamasında ve Antalya’nın da direncini artırmasında önemli etkendi.

Adrian’ın yerine Burak’ın alınması her ne kadar olumlu sonuçlar doğurması için yapılmış bir değişiklik olsa da bu karşılaşma bir kez daha gösterdi ki Burak Yılmaz attığı otuz gole ve kazandırdığı onca puana rağmen bu takımın oyununa olumsuz etki ediyor. Hücum çeşitliliği yerini Burak seçeneğine bırakınca Alanzinho ve Volkan’ın da etkinlikleri ortadan kalkıyor ve bu oyuncular oyundan düşüyor.

Olcan’a yapılan penaltı sonrası bordo mavililer beraberliği yakaladı ama maçı kaybetti. Bu dakikadan sonra her iki takımın da sahaya yansıttığı oyun bir kez daha gösterdi ki Türkiye’de takımlar tamamen psikolojik dürtülerle oynuyor. İki takım bir anda kişiliklerini değiştirmişçesine oynamaya başlayınca Trabzonspor’un kronikleşmiş savunma hataları da başlamış oldu. Art arda kalesinde pozisyonlar veren Trabzonspor’un mağlup duruma düşmemesinde şansının yanı sıra Volkan’ın Minev’e yaptığı penaltıyı süzemeyen Süleyman Abay’ın da payı büyüktü.

Uzatmaların başında gelen golün Trabzonspor’u ateşlemesi beklenirken kalan yarım saat boyunca pozisyon üretememiş olması futbolcular adına utanç vericiydi. Aykut’la desteklenen Zokora’lı orta saha da sürekli kaçak oynayıp her topu yan pas ve geri pas olarak kullanınca bir Antalya macerası daha hüsranla sonuçlanmış oldu. Üstelik bu sefer fazladan oynanan bir otuz dakika sonucu hafta sonu oynanacak olan Galatasaray karşılaşmasına kupadan elenmiş olmanın moral bozukluğunun yanı sıra yorgunluk da eklenmiş oldu.

Saygı ve sevgilerimle,

17 Mart 2012 Cumartesi

Platini'ye Mektup.

                                                                                                                      17.03.2012



Dear Mr. Platini,

The Turkish Footbal Fedaration is trying to find a way to save Fenerbehçe S.K. from relegation despite the fact that they were involved with several match fixing activities last season.

This is against the soul of the football as you always mention at all conferences and as a Turkish citizen who loves football I would like you to take responsibility and use your authority on a federation that has to operate under your rules and regulations.

Zero tolerance to match fixing? Fair Play? Obviously not in Turkey!!!



Best regards

Ender Kuyumcu

Sevgili Platini,

Türk Futbol Federasyonu geçen sene bir çok maçta şike yapmış olan Fenerbehçe Spor Kulübü’nü kümeye düşmekten kurtarmak için çareler aramaktadır.

Bu sizinde her konferasta belirttiğin üzere futbolun ruhuna aykırıdır ve futbolu seven bir Türk vatandaşı olarak sorumluuk almanızı ve sizin kanun ve kurallarınıza bağlı işleyen bir federasyon üzerinde otoritenizi kullanmanızı arzu ediyorum

Şikeye sıfır hoşgörü? Adil oyun? Belli ki Türkiye’de değil?

Saygılar,

Ender Kuyumcu



Önemli Not : Yukarıdaki Türkçe açıklamasını yazdığım İngilizce metni kendi adınızla aşağıdaki adreslere mail olarak gönderebilirsiniz.

discipline@uefa.ch; info@uefa.com; contact@uefa.com; eac-info@ec.europa.eu

Eskiden Olsa...

Eskiden olsa Trabzonspor’u özleyerek geçerdi bütün bir hafta. Hatta araya milli maçlar, lig araları girdiğinde spor haberlerinde gazetelerde giderirdik özlemimizi bordo mavi renklerle. Bu sene şükür buna hiç fırsatımız olmadı. Üç günde bir seyrettik takımımızı. Kâh Şampiyonlar Liginde, kâh UEFA Avrupa Liginde, kâh Süper ligde. Emeği geçenlere selam olsun!

Eskiden olsa sahaları dar ederdi bordo mavili uşaklar rakiplerine hem Avni Aker’de hem misafir olduğu deplasmanlarda. Öyle Olcan yokmuş, Volkan yokmuş diye de kanadı kolu kırılmazdı sahada takımın, geri kalanlar hakkından gelmesini bilirdi rakiplerinin. Bırakın Trabzonspor’un kalesini abluka altına almayı, köşe vuruşu kullandılar mı mutlu olurdu rakip takımlar bildiğiniz San Marino misali.

Eskiden olsa bir futbolcunun sırtında gitmezdi koskoca Trabzonspor bütün bir sezon boyunca. Takım olarak kazanır takım olarak kaybederlerdi. Gerçi koca sezon boyunca kaybettikleri de pek görülmezdi ya, neyse. Saha içinde de saha dışında da herkes yerini de haddini de bilirdi. Bilirlerdi ki Trabzonspor herkesten her şeyden büyüktür. Trabzonspor forması giymek onurdur, şereftir… Öyle takımın tapusu elindeymiş edalarında olmazdı kimse, olamazdı!

Eskiden olsa değil Gençlerbirliği, Birleşmiş Milletler gelse dizleri titrerdi bordo mavi çubuklu formayı karşılarında gördüklerinde. Öyle doksanda golü bulup galibiyet golü için yüklenemezlerdi kalan üç dakikalık uzatma bölümünde. Topa değmeye fırsatları olmazdı kalan dakikalarda. Ne de olsa Trabzonspor’du karşılarındaki takım, ne olduğunu almadan sahasına hapseder beraberliği yakaladığına pişman ederdi adamı.

Eskiden olsa şimdiki gibi servet verilen yabancılardan medet umulmazdı. Trabzonspor efsanesinin yaratıcıları arasında yabancı da yoktu zaten. Üç kuruş paraya oynardı ama adam gibi oynardı her biri. Sözleşme ücretini artırıp yatmak akıllarından geçmezdi. Ankara’nın soğuğunu saatlerce yiyip takımını destekleyenlere karşı mahcup olmak istemezdi oyuncular. Mağlup olmak bir yana berabere bile kalınca tribünlerdekilerden çok üzülürlerdi.

Eskiden olsa mertliğiyle, delikanlılığıyla bilinen Trabzon’un ileri gelenleri hakkını yedirmezdi takımlarının. Dik dururdu, birlik olurdu. Kendi menfaatini değil şehrinin, gönül verdiği renklerin menfaatini düşünürdü. Hiç kimse Trabzonlunun, Trabzonsporlunun bırakın hakkını gasp etmeyi, yan gözle bile bakmayı aklından bile geçiremezdi.

Eskiden olsa…

Saygı ve sevgilerimle,

12 Mart 2012 Pazartesi

Bu Güneş Sönmeyecek !

Bugün Hüseyin Avni Aker Stadyumu’nda oynanan Trabzonspor-Sivasspor karşılaşmasının ayrı bir önemi vardı bordo mavi renklere gönül verenler için. Dolayısıyla alınacak olan üç puanın da diğer maçlarda  alınan üç puandan çok daha kıymetli olduğu da sır değildi.

Bu duygular altında başlayan maçta Trabzonsporlu futbolcular oyunun hakimiyetini daha ilk dakikadan itibaren ellerine geçirdiler ve bu hakimiyet hakemin son düdüğüne kadar devam etti. Sahaya oyunu kitleme amacıyla çıkmış olan Sivassporlu futbolcuların etkili pas yapan Trabzonspor karşısında gol yememiş olması bir mucize iken, hem kendilerinin hem de karşılaşmayı seyredenlerin hiç beklemediği daha büyük bir mucize gerçekleşti ve Pedriel’in ayağından buldukları golle ilk yarıyı önde tamamladılar.

İkinci yarının başlarında Henrique ve ilerleyen dakikalarda da Adrian yükünden kurtulan Şenol Güneş’in takımı Serkan’ın insan üstü gayreti, Volkan’ın etkili oyunu ve Alanzinho’nun attığı güzel golün de katkısıyla önce beraberliği sonra da galibiyeti yakaladı. Serkan’ı sezonun en iyi ve özverili futbolunu oynadığı, Volkan’ı çalışkanlığı ve takımını galibiyete taşıyan golü attığı, Alanzinho’yu ise takımını ateşleyen oyuncu olduğu için tekrar kutluyorum. Olcan’ın yokluğunda takımı ileriye taşıyan ve galibiyeti getiren üçlü oldular.

Trabzonspor bu sezon ilk yarısını mağlup kapadığı bir maçta ilk defa sahadan galibiyetle ayrıldı. Geriye düştükleri diğer maçların aksine direncini kaybetmemiş ve galibiyet için gayret etmiş olmaları, rakibe fazla pozisyon vermemeleri takımın artılarıydı. Basit hatalar sonucu yenen gol, hücumdayken futbolcuların birbirleri ile uyumsuzlukları, Burak’ın her topu kendine istemesi ve gelen topların bütününe yakınını ezmesi ve sol kanatta oynayan Cech’in yaptığı zamanlama ve kademe hataları sonucu bu kanadın sürekli açık vermesi ise sahaya olumsuz yansıyan görüntülerdi.

Aslına bakarsanız maç sonu Şenol Güneş’in yapmış olduğu açıklamalar gerek benim yazdığım maç yazılarının gerekse diğer maç yazılarının hiçbir anlam ifade etmediğini çünkü aslında sahada yorumlanacak bir oyun olmadığını anlatıyordu bize. Şenol Güneş yine kitabın orta yerinden konuştu. Gerçi Türkiye’de oynananın futbol değil tiyatro olduğunu defalarca yazdım ve söyledim ama ben de her insan gibi kendi yazdıklarımı bile unutup ya da unutmak isteyip sahaya dalıyorum.

Geçen sene şampiyonluk yolunda önümüzün kesilmesi için oyunlar oynandığı ama bu sene bu tür oyunlara bir anlam veremediğini söylerken çok haklıydı Şenol Hoca. Bu sene oynamak zorunda olduğu sıkıştırılmış lig fikstürü ve Avrupa kupası maçlarının yanı sıra özenle hazırlanmış Pazartesi-Cuma maçları da tuzu biberi oldu yaşanan skandalların. Eskisinin bıraktığı yerden yenisinin devam ediyor olması ise Türkiye Futbol Federasyonu’nun asıl amacının futbolu yönetmek değil geçen senenin tescillenmiş şikeli düzenini devam ettirmek olduğunu gözler önüne seriyor.

Buradan bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Trabzonspor sizin aklınızın alamayacağı, hayal gücünüzün bile ulaşamayacağı kadar büyüktür. Hepiniz bir araya gelseniz de, gasp edilen  şampiyonluğumuzu vermemek için her türlü oyunu oynasanız da bu takımı yıkamayacaksınız. 1967 yılından beri tekerinize çomak sokan, düzeninizi allak bullak eden bu ONURLU, ŞEREFLİ camia bundan sonra da doğru bildiği yolda yürümeye devam edecek.

GÜNEŞ’imizi söndürmeye hiç birinizin gücü yetmedi yetmeyecek. GÜNEŞ bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Türk Futbolu üzerine Kuzeyden doğmaya devam edecek.

Saygı ve sevgilerimle,






10 Mart 2012 Cumartesi

Şikeye Kim Fransız?

Biran için Avrupa futbolunun başı olan UEFA’nın en tepesindeki kişi yani Michel Platini olduğunuzu hayal edin. 3 Temmuz 2011 sabahı uyandığınızda her zamanki gibi sıradan bir gün olacağını düşünürken Türkiye’de yaşanan Türk futbol tarihinin en kapsamlı ve en önemli şike olayı sonucu çok sayıda futbol adamının tutuklandığını ve olayların Fenerbahçe Spor Kulübü etrafında geliştiğini öğreniyorsunuz. Birden aklınıza o tarihten birkaç ay önce Trabzonspor kulübünün yapmış olduğu itiraz geliyor; ‘Türkiye Ligi 2010-2011 sezonu temiz değildir, Avrupa futbolundan sorumlu kurum olarak gereğini yapmanızı arz ederiz’.

Hemen en yakınınızda bulunanlardan biri olan ve uzun zamandır birlikte çalıştığınız Şenes Erzik’i arıyorsunuz. Bu durumda size en sağlıklı bilgiyi verebilecek kişi olarak kendisini görüyorsunuz, zira hem Türk olması, hem Türk futbolunun içinde uzun yıllar yer alması dolayısı ile en sağlıklı bilgileri kendisinden alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Duyduklarınızdan sonra konuya Fransız olanın siz mi yoksa Şenes Erzik mi olduğunu karıştırıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bu iş Erzik’ten aldığınız bilgilerle olamayacak sorumluluğunuzun ciddiyetiyle hareket edip UEFA müfettişiniz olan Pierre Cornu’yu görevlendiriyorsunuz.

Kendisi de eski bir savcı olan Cornu Türkiye’deki soruşturmayı yürüten savcı Mehmet Berk ile görüşmek üzere bu ülkeye geliyor, gerekli olan bilgileri alıyor ve bu bilgileri sizinle paylaşmak üzere yola koyuluyor. Yanınıza gelip size gördüklerini ve duyduklarını anlattığında  süreç boyunca sürekli hedef şaşırtan ve Fenerbahçe’sini korumayı kendine görev edinmiş olan M. Ali Aydınlar’ın tek doğru açıklamasını sürecin başında ‘Durum çok vahim’ diyerek yapmış olduğunu anlıyorsunuz. Gizlilik, marka değeri masalları arasında ötelenen ceza kararının sizin organizasyonlarınızı da kirletmemesi adına UEFA Disiplin Komitesini topluyor ve Şampiyonlar Ligi’ne Trabzonspor’u aldığınızı açıklayarak hem Fenerbahçe Spor Kulübünün şike yaptığını hem de 2010-2011 Türkiye Futbol Ligi şampiyonunun Trabzonspor olduğunu tescillemiş oluyorsunuz. Bunu yaparken de ‘Zero Tolerance to Match Fixing’ yani ‘Şikeye Sıfır Hoşgörü’ diye resmi sitenizden de bir açıklama yapıyorsunuz.

Gel zaman git zaman Türkiye Futbol Federasyonu’nun arkasına sığındığı gizlilik olayı iddianamenin açıklanıp kabul edilmesiyle ortadan kalkıyor ve bir çok kere gerekli uyarıları yapıp şike yapana gerekli cezaların verilmesi emrini verdiğiniz ve size bağlı olan TFF’nin herhangi bir karar almadığını görüyor ve tekrar ‘Olaylara Fransız olan ben miyim, bunlar mı?’ diyorsunuz.

Öyle ya bu konuları defalarca konuştunuz, bu kişilere gerekli uyarıları ve kuralları uygulamazlarsa başlarına gelecekleri de anlattınız. Hatta M. Ali Aydınlar ve Lütfi Arıboğan’la yemiş olduğunuz yemek sonrası mikrofonu ağzınıza sokan muhabire ‘Gerçekten Fenerbahçe’yi neden Şampiyon Ligine almadık bilmiyor musun?’ dediniz. Üstüne üstlük hayır diye pişkince cevap veren aynı muhabire; ‘Demek ki dünyada bunu bilmeyen tek kişi sensin’ ! dediniz ve iddianamenin açıklamasıyla herkesin gerçekleri göreceğini de söylediniz.

Sonra kapınızı aşındıran TFF yetkililerinin her toplantıdan sonra konuştuklarınızla uzaktan yakından alakası olmayan açıklamalar yaptığını hayretle izlediniz ve artık bu konuda size gelenlerle şahsen görüşmemeyi ve emrinizdeki adamların görüşmesinin daha uygun olacağını düşündünüz ve bu toplantıları da mümkün olduğunca kısa tutmaları emrini verdiniz. Her seferinde kapınıza gelenlere verilen cevap aynı olmasına rağmen Türk yetkililerin tavrına bir anlam veremediniz ve itimadınızı kaybettiniz. O saatten sonra iddianameyi kendiniz tercüme ettirdiniz, TFF kongresini takip etmeleri üzere yetkili gönderdiniz ve dönem dönem de adamlarınıza bu konuda ‘Şikeye sıfır hoşgörü’ açıklamaları yaptırdınız ve gördünüz ki ortada bir gariplik var ve burada Fransız olan siz değil karşınızdakiler.

Bu sebeple apar topar yanınızda soluğu alan 'yeni atanmış' TFF başkanı Yıldırım Demirören’e merhaba ve güle güle demeniz aynı cümleye sığdı. Nezaketin de bir sınırı vardı ve karşınızdakiler bu sınırı çoktan aşmanızı sağlamıştı. Herkese aynı şeyleri söyleyip farklı davranışlar sergilemelerini tam da anlamaya başlamıştınız ki 22 Mart’ta Türkiye’de yapacak olduğunuz toplantı öncesinde ülkenin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da sizinle bu konuda konuşmak istediğini öğrendiniz ve kendi kendinize artık bu son noktadır bir ülkenin başbakanı da ‘Şikeye sıfır hoşgörü’ ne demek anlamazsa Avrupa Birliği ne der bilmiyorum ama ben en azından bu güne kadar bu konuda konuştuğum Türklerin Fransız vatandaşlığına kabul edilmesi için gerekli bütün çabaları sarf edeceğim diye düşündünüz.

Yukarıda anlattıklarım her ne kadar masal havası yaratıyor olsa da yaşananların tirajikomik aktarımıdır. UEFA ve FIFA kuralları açık ve nettir. Şike en ağır suçtur ve cezası da küme düşürülmektir. Bu güne kadar net bir kararın açıklanamamış olması da Fenerbahçe’yi kurtaracak bir formülün bulunamamış olmasından kaynaklanmaktadır. UEFA kendisine getirilen önerileri kabul etmemiş ve gereği yapılmadığı takdirde uygulayacak olduğu yaptırımları net bir dille ifade etmiştir. Son bir umut ülkenin başbakanına sarılanların da hevesi Platini-Erdoğan görüşmesi sonrası kursaklarında kalacaktır.

Saygı ve sevgilerimle,

6 Mart 2012 Salı

Şike Sahaya Yansımadı !!!

Declan Hill’i duymuşsunuzdur. Hani şu Oxford Üniversitesi mezunu, sosyoloji doktoru, Kanadalı, akademisyen-gazeteci. Futboldan basketbola, spordaki organize suçların dünyadaki en önemli otoritelerinden biri olarak kabul ediliyor. Aynı zamanda da en çok satanlar listesine giren “Şike-Futbol ve Organize Suçlar” isimli kitabın da yazarıdır. İşte O Declan Hill şike ile ilgili yazdıkları ve söyledikleri ile 3 Temmuz’dan bu yana yaşadığımız süreçte şikecilerin ve destekçilerinin en son savunma argümanı olan ‘Şike Sahaya Yansımadı’ safsatalarına tam anlamıyla ışık tutuyor. Yıllardır şike ve teşvikin olduğunu her platformda dillendiren ama bunun kanıtı olmadığı için bir şey yapılamadığını söyleyenler 401 sayfalık iddianame ve 7000 sayfaya yakın delillerden oluşan ek dosyaya rağmen ‘iyi ama önemli olan şikenin sahaya yansıyıp yansımadığı’ pişkinliğini de göstermişlerdir. Gelin isterseniz tam da bu noktada onların anladığı dilden konuşalım ve uzmanımız Declan Hill’in kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevaplardan yararlanarak sahaya yansıyanlara bakalım.

·       Şike kiminle yapılır sorusuna cevabı : ‘’Zayıf takımla yapılır. Çünkü zayıf takımların futbolcuları az para kazanır. Dolayısıyla, az para kazanan futbolcuların bağlanması en ucuz yoldur. Zayıf takımın güçlü takıma yenilmesi son derece normal kabul edildiğinden, hiç kimse maç sonucundan şüphelenmez’’.

Savcılığın iddianamesinde bahsi geçen Eskişehirspor, İstanbul BB, Sivasspor sanırım bu tanıma uymaktadır.



·       Şike nasıl anlaşılır  sorusuna cevabı :‘’Kanaatle anlaşılmaz. Somut kanıt gerekir. Avrupa’daki şaibeli maçlar çok sayıda teknik direktöre, çok sayıda hakeme seyrettirildi… Var veya yok sonucuna ulaşılamadı’’.

Gelinen noktada süreci sulandırmak isteyenlerin, şikeli maçlar eski futbolcular tarafından seyredilsin ve karar verilsin denmesinin sebebi de budur. Oysa ortada Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Müdürlüğü'nün ve savcılarının yüzlerce delilden oluşan çalışmaları var ve bunlar  sekiz aydır sanıkları içeride tutuyor.




·       Şikenin ipuçları nelerdir sorusuna cevabı : ‘’En kestirme yol, penaltı yaratmak, kendi kalesine gol atmak veya durup dururken kırmızı kart görmek sanılıyor. Tam aksine şike yapan futbolcu, gole sebebiyet vermek istediğinde, rakibini düşürmüyor, geçip gitmesini sağlıyor’’.

Eskişehir-Fenerbahçe maçı gözünüzün önüne geldi değil mi? Eskişehirli Diego Angelo’nun önce Caner’e sonra da Alex’e refakat etmesi sanırım bu tanıma tam uyuyor. Sürecin kahramanlarındn Bülent Uygun’un Diego’yu sakat sakat oynatması ve kenara aldığındaki Diego’nun göz yaşları da sanırım YANSIMA olmamalı !!!



·       Kaleci para aldıysa sorusuna cevabı : “İnsani” kabul edilecek hataları abartıyor. Karşı karşıya pozisyonlarda açıyı daraltmakta geç kalıyor, hava toplarında zamanlama hatası yapıyor. Uyduruk pozisyonlarda panter gibi uçup foto muhabirlerine poz verirken, nispeten zor toplarda ters ayakta kalmış gibi seyrediyor’’.

Sanırım herkesin gözünün önüne bir anda geçen sezonun son maçı olan Sivasspor-Fenerbehçe maçı ve 4 golün kahramanı Korcan gelmiştir, hani şu  Mini Cooper’ı olan Korcan !!!



·       Şikeci nasıl davranıyor sorusuna cevabı : ‘Orta saha oyuncusuysa yanlış pasların yanısıra sürekli geri pas yaparak, takımının oyun kurmasını engelliyor. Defans oyuncusuysa, en kritik pozisyonda intihar pası yapıyor. Öyle bir pas atıyor ki kalecisine uzak, rakip forvete yakın düşüyor. Bu vahim hatası gol olmazsa bile, bu hatası yüzünden demoralize olmuş ayağına yatıp, amatörde bile görülmemiş derecede ‘ofsayt’ı bozuyor. Forvetse, topu rakibe kaptıracak kadar uzun süre ayağında tutuyor.

Yukarıdaki tanımlara uyacak bir çok oyuncu ve pozisyon gözümüzün önüne bir anda geliyor olsa da biz yine somut delillerden gidelim ve o dönemde Sivasspor forması giyen Mehmet Yıldız’ın savcıya verdiği ifadeden bir kısmı paylaşalım; Savcı Mehmet Yıldız’a antrenörü ile yaptığı konuşmayı ve antrenörünün ‘ Ceza sahasında kafayı vurup neden golü atmadın?’ sorusuna Mehmet Yıldız’ın verdiği cevap : ‘ Ben oraya gol atmaya gitmedim ki, bulunmaya gittim’ !!!



Bu noktada ‘Şike sahaya yansımadı’ masalını anlatmaya başlayanlara şikenin uzmanı olarak kabul edilen Declan Hill’in tüm dünyada yaptığı uzun yıllara dayanan çalışmadan çıkardığı bu sonuçların yukarıda vermiş olduğum örneklerle birebir örtüşmesini nasıl açıklayacaklarını soracak olsak ne cevap alırız dersiniz?

‘Eeeee…….., Şeeeyyy………, Aslında….., Şimdi O öyle demiş ama……, Radar…….., Bir tek Fenerbahçe mi……….’ .



Saygı ve sevgilerimle,

4 Mart 2012 Pazar

İnönü Stadı'nda Bir İstanbul Masalı

Trabzonspor takımı belki de tarihinde hiçbir maçta girmediği kadar gol pozisyonuna girdiği karşılaşmada 90 dakikaya sadece 2 gol sığdırmasına rağmen BJK’yi deplasmanda mağlup ederek bu seneki ilk derbi maçını kazanmış oldu. Her ne kadar atamayana atarlar kuralı işlemiş ve Trabzonsporlu futbolcuların kaçırdıkları birçok net pozisyondan sonra BJK kaleyi bulan ilk topta öne geçmiş olsa da futbolun o kadar da adaletsiz bir oyun olmadığı maç sonunda tescillenmiş oldu.

Bordo mavili futbolcular bugün adeta ‘Bir İstanbul Masalı’ izletti taraftarına İnönü Stadının çimleri üzerindeki oyunuyla. Dört tanesi boş kaleye, dört tanesi de kaleciyle karşı karşıya olmak üzere tam 20 net gol pozisyonuna girdi Trabzonspor ve bu pozisyonlardan sadece 2 tanesini değerlendirerek belki de Türk futbol tarihinin olası en farklı skorunu elde etme unvanını elinden kaçırmış oldu. Hem de bunu deplasmanda ezeli rakiplerinden biri olan BJK karşısında yaptı. Bunu yaparken de rakibine maç boyunca sadece 3 tane çok net olmayan gol pozisyonu verdi. Bu oyun ve alınan bu galibiyetten dolayı futbolcuları kutluyor ve kaybetmiş oldukları öz güvenlerinin yerine geldiğini umuyorum.

Bugünkü karşılaşmanın saha içi ve saha dışında benzer özelliklere sahip iki takımın karşılaşması olmasını bekliyordum. Her iki takım da Avrupa kupalarında mücadele eden, savunmalarında sorunlar yaşayan takımlardı ve orta sahaları keyfine göre ve disiplinsiz oynayan oyunculardan kuruluydu. Bunun yanında yoğun maç trafiğinin güçsüz düşürdüğü iki takımın gardı düşmüş boksör misali bir müsabaka oynayacaklarını tahmin etmek de pek zor değildi. Karşılaşmayı kazanmayı daha çok isteyenin kazanmasını bekliyordum ve öyle de oldu.

Karşılaşma başlar başlamaz beklentilerimde haksız olmadığımı görmekle birlikte, BJK takımının gerek 4 stoperle maça çıkmış olmasının gerekse orta sahasının Ernst dahil hiç mücadele etmiyor olmasının yarattığı boşlukları Trabzonsporlu futbolcular iyi değerlendirdiler ve maçın başından sonuna kadar üstün oynadıkları bir karşılaşmayı galip bitirdiler. Sonuç çok daha farklı olabilecekken gerek son pasların şiddetinin ve yönünün iyi ayarlanamaması gerekse gol pozisyonlarındaki konsantrasyon eksikliği skorun lehimize açılmasını engelledi.

Her ne kadar rakibin varlık gösteremediği, çok boş alan bıraktığı, üzerimize hiç gelemediği ve neredeyse hiç mücadele etmediği bir karşılaşma olmuş olsa da Volkan’ın çalışkanlığı gözlerden kaçmadı. BJK beklerine hem sağ tarafta hem de sol tarafta havlu attıran Volkan bordo mavi forma ile tartışmasız en verimli maçını oynadı. Takım adına olumlu sayılabilecek bir diğer durum ise haftalardır fahiş hatalar yapan savunmanın yediğimiz goldeki hataları hariç sıfır hataya yakın oynamaları idi. Bir diğer olumlu gelişme de Adrian’da yaşandı. Oyununu ilk defa bu denli olumlu ve çabuk paslarla süsleyen Polonyalı’nın, Şenol Güneş tarafından kenara alınırken yaşadığı hayal kırıklığını yüzünden okumak mümkündü. Bana kalırsa da Adrian’ın yerine Zokora ve ya Olcan tercihi daha doğru olurdu oyuncu değişikliği için. Tam da kendisine moral olacak ve öz güvenini kazanmasını sağlayacak bir performans sergilediği sırada Adrian’ı oyundan almak yanlış ve haksız bir davranıştı.

Sonuç itibari ile üst üste aldığı kötü neticeler sonucu hem Avrupa kupalarına veda eden hem de lig’de zirve yarışında geride kalan Trabzonspor aldığı bu galibiyetle BJK ile olan puan farkını kapatıp averaj ile rakibini geçmiş oldu ve kalan son 5 mücadele öncesi yarışta ben de varım dedi. Geride kalan haftalarda zirve yarışındaki rakiplerinden Galatasaray ile deplasmanda Fenerbahçe ile ise kendi sahasında karşılaşacak olan bordo mavililer bu karşılaşmalarda alacağı iyi sonuçlarla da Play Off öncesi hem moral bulmayı hem de puan farkını azaltmayı hedefleyecektir. Bunu yapabileceklerini bugün aldıkları galibiyetle hem taraftarlarına hem de kendilerine ispatlamış oldular. Bundan sonra yapmaları gereken daha çok çalışıp bu sene ligde üzdükleri taraftarlarını alacakları galibiyetlerle mutlu etmek olacaktır.

Saygı ve sevgilerimle,