Biran için Avrupa futbolunun başı olan UEFA’nın en tepesindeki kişi yani Michel Platini olduğunuzu hayal edin. 3 Temmuz 2011 sabahı uyandığınızda her zamanki gibi sıradan bir gün olacağını düşünürken Türkiye’de yaşanan Türk futbol tarihinin en kapsamlı ve en önemli şike olayı sonucu çok sayıda futbol adamının tutuklandığını ve olayların Fenerbahçe Spor Kulübü etrafında geliştiğini öğreniyorsunuz. Birden aklınıza o tarihten birkaç ay önce Trabzonspor kulübünün yapmış olduğu itiraz geliyor; ‘Türkiye Ligi 2010-2011 sezonu temiz değildir, Avrupa futbolundan sorumlu kurum olarak gereğini yapmanızı arz ederiz’.
Hemen en yakınınızda bulunanlardan biri olan ve uzun zamandır birlikte çalıştığınız Şenes Erzik’i arıyorsunuz. Bu durumda size en sağlıklı bilgiyi verebilecek kişi olarak kendisini görüyorsunuz, zira hem Türk olması, hem Türk futbolunun içinde uzun yıllar yer alması dolayısı ile en sağlıklı bilgileri kendisinden alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Duyduklarınızdan sonra konuya Fransız olanın siz mi yoksa Şenes Erzik mi olduğunu karıştırıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bu iş Erzik’ten aldığınız bilgilerle olamayacak sorumluluğunuzun ciddiyetiyle hareket edip UEFA müfettişiniz olan Pierre Cornu’yu görevlendiriyorsunuz.
Kendisi de eski bir savcı olan Cornu Türkiye’deki soruşturmayı yürüten savcı Mehmet Berk ile görüşmek üzere bu ülkeye geliyor, gerekli olan bilgileri alıyor ve bu bilgileri sizinle paylaşmak üzere yola koyuluyor. Yanınıza gelip size gördüklerini ve duyduklarını anlattığında süreç boyunca sürekli hedef şaşırtan ve Fenerbahçe’sini korumayı kendine görev edinmiş olan M. Ali Aydınlar’ın tek doğru açıklamasını sürecin başında ‘Durum çok vahim’ diyerek yapmış olduğunu anlıyorsunuz. Gizlilik, marka değeri masalları arasında ötelenen ceza kararının sizin organizasyonlarınızı da kirletmemesi adına UEFA Disiplin Komitesini topluyor ve Şampiyonlar Ligi’ne Trabzonspor’u aldığınızı açıklayarak hem Fenerbahçe Spor Kulübünün şike yaptığını hem de 2010-2011 Türkiye Futbol Ligi şampiyonunun Trabzonspor olduğunu tescillemiş oluyorsunuz. Bunu yaparken de ‘Zero Tolerance to Match Fixing’ yani ‘Şikeye Sıfır Hoşgörü’ diye resmi sitenizden de bir açıklama yapıyorsunuz.
Gel zaman git zaman Türkiye Futbol Federasyonu’nun arkasına sığındığı gizlilik olayı iddianamenin açıklanıp kabul edilmesiyle ortadan kalkıyor ve bir çok kere gerekli uyarıları yapıp şike yapana gerekli cezaların verilmesi emrini verdiğiniz ve size bağlı olan TFF’nin herhangi bir karar almadığını görüyor ve tekrar ‘Olaylara Fransız olan ben miyim, bunlar mı?’ diyorsunuz.
Öyle ya bu konuları defalarca konuştunuz, bu kişilere gerekli uyarıları ve kuralları uygulamazlarsa başlarına gelecekleri de anlattınız. Hatta M. Ali Aydınlar ve Lütfi Arıboğan’la yemiş olduğunuz yemek sonrası mikrofonu ağzınıza sokan muhabire ‘Gerçekten Fenerbahçe’yi neden Şampiyon Ligine almadık bilmiyor musun?’ dediniz. Üstüne üstlük hayır diye pişkince cevap veren aynı muhabire; ‘Demek ki dünyada bunu bilmeyen tek kişi sensin’ ! dediniz ve iddianamenin açıklamasıyla herkesin gerçekleri göreceğini de söylediniz.
Sonra kapınızı aşındıran TFF yetkililerinin her toplantıdan sonra konuştuklarınızla uzaktan yakından alakası olmayan açıklamalar yaptığını hayretle izlediniz ve artık bu konuda size gelenlerle şahsen görüşmemeyi ve emrinizdeki adamların görüşmesinin daha uygun olacağını düşündünüz ve bu toplantıları da mümkün olduğunca kısa tutmaları emrini verdiniz. Her seferinde kapınıza gelenlere verilen cevap aynı olmasına rağmen Türk yetkililerin tavrına bir anlam veremediniz ve itimadınızı kaybettiniz. O saatten sonra iddianameyi kendiniz tercüme ettirdiniz, TFF kongresini takip etmeleri üzere yetkili gönderdiniz ve dönem dönem de adamlarınıza bu konuda ‘Şikeye sıfır hoşgörü’ açıklamaları yaptırdınız ve gördünüz ki ortada bir gariplik var ve burada Fransız olan siz değil karşınızdakiler.
Bu sebeple apar topar yanınızda soluğu alan 'yeni atanmış' TFF başkanı Yıldırım Demirören’e merhaba ve güle güle demeniz aynı cümleye sığdı. Nezaketin de bir sınırı vardı ve karşınızdakiler bu sınırı çoktan aşmanızı sağlamıştı. Herkese aynı şeyleri söyleyip farklı davranışlar sergilemelerini tam da anlamaya başlamıştınız ki 22 Mart’ta Türkiye’de yapacak olduğunuz toplantı öncesinde ülkenin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da sizinle bu konuda konuşmak istediğini öğrendiniz ve kendi kendinize artık bu son noktadır bir ülkenin başbakanı da ‘Şikeye sıfır hoşgörü’ ne demek anlamazsa Avrupa Birliği ne der bilmiyorum ama ben en azından bu güne kadar bu konuda konuştuğum Türklerin Fransız vatandaşlığına kabul edilmesi için gerekli bütün çabaları sarf edeceğim diye düşündünüz.
Yukarıda anlattıklarım her ne kadar masal havası yaratıyor olsa da yaşananların tirajikomik aktarımıdır. UEFA ve FIFA kuralları açık ve nettir. Şike en ağır suçtur ve cezası da küme düşürülmektir. Bu güne kadar net bir kararın açıklanamamış olması da Fenerbahçe’yi kurtaracak bir formülün bulunamamış olmasından kaynaklanmaktadır. UEFA kendisine getirilen önerileri kabul etmemiş ve gereği yapılmadığı takdirde uygulayacak olduğu yaptırımları net bir dille ifade etmiştir. Son bir umut ülkenin başbakanına sarılanların da hevesi Platini-Erdoğan görüşmesi sonrası kursaklarında kalacaktır.
Saygı ve sevgilerimle,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder